Mürsel Sönmez etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mürsel Sönmez etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mart 2018 Cuma

Laf kalabalığı çağında sözü yeniden inşa etme niyeti

İlginç bir çağda yaşıyoruz ve gelen her gün bir öncekini “ilginçlik” konusunda geride bırakmayı başarıyor. Bu hızlı değişim ve dönüşüm, ayaklarımızı yerden kesiyor ve sürüklenmeye başlıyoruz. Kimilerimiz ise bu sürüklenmenin dışında kalmak için kendilerine tutunacak dallar arıyor. Mürsel Sönmez için yazmak bu arayışın bir aracı. İki şiir arasındaki zaman dilimini susarak beklemekle geçirmeyen, derdini nesirle ifade etme ihtiyacı duyan her şair gibi o da nesre yönelmiş. Dar Vakit Günleri ve Su Terazisi, işte bu nesir mesaisinin iki meyvesi.

Vaktin darlığı biraz faniliğimizle biraz da yaşanan olayların kritikliğiyle ilgili. Zamanı bir zarf yaşananları da mazruf olarak tanımlayabiliriz. Dar Vakit Günleri, şimdilerde bin yıl önce yaşanmış gibi anlatılsa da bin yıl süreceği dayatılmaya çalışılan 28 Şubat döneminin “darlığını” imleyen yazılardan oluşuyor. Ancak Mürsel Sönmez yine de bu yazılarında şimdi bulunduğumuz zaman ve mekân darlığında da kulak vermemiz gereken sözlere imza atıyor.

Nasıl mı? Öncelik elbette niyette. Yaşadığımız laf kalabalığı çağında sözü yeniden inşa etmeye niyet eden Mürsel Sönmez, sahih bir cümle kapısından geçiriyor okurunu. Üç bölümden oluşuyor kitap. Her bölüm bir türkü mısraından almış adını. “Kalededen iniş m’olur”, “Yazımı kışa çevirdin” ve “Zülüf dökülmüş yüze”… “Haberimizin olmadığı zulümlerden bile üzerimize düşen bir pay vardır!” ihtarında bulunan “sorumluluğa” çağıran, hatta sorumluluğa icabet etmenin bir kaçınılmaz ve görmezden gelinmez bir yük/yükümlülük olduğunu hatırlatan bir kitap Dar Vakit Günleri. Buna rağmen ferah da bir kitap aynı zamanda.

Niçin mi? Mürsel Sönmez, en sert sözünü bile kovalarcasına, okurunu küçümseyerek kurmuyor da ondan. Bir çağrının latifliği var sözlerinde. Okuruna emeğinin heba olmayacağını muştulayan ve muştu ile yüzüne yüzüne vurmayan yazılar bunlar. Bu kitabı ferah kılan okurunu sahte teselliler serabında terk etmemesi ve yaşadığımız modern çölü aşmaya davet etmesi elbette.

Su terazisi, yüksek semtlere su ulaştırabilmek için inşa edilmiş yapılara verilen isim. Pek çoğu kaybolsa da eski semtlerde hâlâ bu küçük kulelere rastlıyoruz. Anlamın buharlaştırıldığı, bir nevi global Kerbela’ya çevrilmek istenen bugünün dünyasında insanlara “anlamı” hatırlatacak bir “su terazisi” inşa etmek her babayiğidin harcı değil elbette. Bu su terazisinden dağıtılması murat edilen anlam ne peki? Elbette muhabbet. Nitekim Mürsel Sönmez de kendisiyle yapılan bir söyleşide niçin yazdığını şöyle özetliyor: “Bütün gevezeliklerinizin ve bütün entelektüel birikiminizin o muhabbete yakıt olduğu zaman bir kıymeti var¸ yoksa hiçbir kıymeti yok. Muhabbet insanın kendi sınırlarını aşıp mutlak ile buluşma noktasıdır. O noktaya vardığınızda dünyada da mutlu oluruz¸ ahirette de. Yoksa aklın sürekli kavga ve çelişkileriyle¸ benlikteki abuk sabuk fırtınalarla ne yaşamaktan zevk alırız¸ ne de doğal olarak ilâhî buyrukları dinleriz. Ben artık muhabbetin tek şey olduğuna hiçbir delil aramaksızın inanıyorum. Benim kişisel maceramda geldiğim yer burası¸ muhabbeti doyasıya yaşamak susmak¸ kâh¸ ağlayarak kâh gülerek o sevinci yaşamak istiyorum.” Bizde yaşamak bencilce bir nefs doyurma talebi değil başkalarını yaşatmak için fedakarlıkta bulunmaya bağlı bir tavır ve seçimdir. Bu yüzden de kulelerimiz firavunun benlik tasladığı dikilitaşlar değil su terazileridir.

Neredeyse her gün yeni ve kritik bir gündem ile uyanıyoruz. Her gün yeni bir boş sayfa açılıyor önümüzde ve anlık reflekslerle günü kurtarmaya çalışıyoruz. Oysa yazmak anlık reflekslerin ötesinde bir mesaiye talip olmayı gerektirir. Evet, yine Dar Vakit Günleri’ndeyiz. Ancak, hayır! Anlık reflekslerle bir yere varamayız. Mürsel Sönmez’in denemeleri hem nasıl bir mesaiye talip olunacağına dair ipuçları sunuyor hem de nasıl bir meseleye sahip olunacağına dair. Yani hem “su terazisi”nin nasıl inşa edileceğine hem de nasıl kullanılacağına dair metinler bunlar.

Suavi Kemal Yazgıç
twitter.com/suavikemal
* Bu yazı daha evvel Star Kitap'ta yayınlanmıştır.

30 Haziran 2016 Perşembe

Sana gel demiyorsa nafile gevezelik dili değil mi şiir?

"Aşk derdiyle hôşem el çek ilâcumdan tabîb
Kılma dermân kim helâküm zehri dermânundadur."
- Fuzûlî

Şair, insan onarıcıdır. Yalnız bu vasfı her şairde arayıp da bulmak mümkün olmaz. Bazı şairler hakiki olduklarından çevrelerine saçtıkları huzmede nice şifalar bulunur. Gönülden dile, dilden iki dudağın arasına, oradan da karşısındakinin gönlüne ulaşan söz; nihayet muhabbet oluverir bu şairlerle. İşte Mürsel Sönmez ağabey de böyle bir 'onarıcı' şairdir. Onun yalnız şiirlerinden değil sözlerinden, gözlerinden, kalbinden daima hakikatin ışıltıları süzülür. Öfke, nefret ve şiddet yoktur dilinde; şefkat, emniyet ve merhamet vardır.

BirNokta edebiyat dergisinin yayın yönetmenliğini yürüten Mürsel Sönmez, nisan 2014'te çıkan Üzüm Meseli'nde okuyucuya üç bölüm sunmuştu: Gün Düşü, Üzüm Meseli, Dile Gelmeler. Girişi uzun bir muhabbeti andıran bu aziz şiir kitabında 120 sayfalık bir öykü var. Nice aşklar nice arayışlar nice ateşler var. Saklı olanlarını paylaşıyor şair her seferinde hiç çekinmeden. Bir kez olsun utanmıyor aşkına pervane olmaktan; "Kim nerede nasıl yanarsa yansın / orda mutlaka sen varsın" diyor muhteşem Geldi Gel şiirinde. Her şeyi göze almışlığını bu şiirinde "Ölümün defterini düresim geldi gel / denizinde serinleyesim nefesinde boğulasım geldi gel" dizeleriyle açıklıyor, yangınından çıkmayı umuyor.

Varsa bir saltanat, şairin aşkındadır. "Her gül / senin bir gülücüğünden yapılmadır" deyince biter mesele, mesel başlar. Mesel, söz sanatlarında ibret ya da nasihat gayesiyle anlatılan sözler, öyküler demektir. Üzümü mesel edinmiş bir şair bize anlatabilir? Elbette aşkın ayık sarhoşluğunu. Asla uykuda değil, uyuyan değil; tam aksine uyandıran bir sarhoşluk bu.

Şair nöbetçidir. "Şimdi sen uyuyorsun ve ben nöbetteyim / kaderin kalemini kollayıp / yazısını kesiyorum" diyebilendir. "Sen uyuyorsun ve ben zamanda nöbetteyim / attığım oltaya bir şeyler vuruyor / belki de bahar" düşüncesiyle kötümserliği değil karamsar bir umudu tercih edendir. Bu sebeple şairin küskünlüğünde bile büyük haklılıklar vardır. Küsmekle bir yere varılır mı? Aslında küsmek yola çıkmaktır kendince. "Söz söze ekleniyorsa ses sese / adından bir heceye rastlamak içindir" diyebilmektir.

Bir gülümseyişi en güzel kim anlatır? Olsa olsa hakiki bir şair. Gülümsemende şiirinde Mürsel Sönmez; "sesinden yapılma bir balkondan denize bakıyorum / ufkun dört yanı gül hevengi" dizeleriyle kalbi harekete geçiriyor. Hani karamsar umudu tercih ediyordu ya şair, o yüzden önce "gecenin bile görmediği bir karanlıktayım" diyor, sonra da "umut kanatlanıyor, çıldırıyor sevinç atları" sözüyle sözleşiyor. Bir başka şiir olan Çınlayışlar'da kıskandırıyor düşkün ve güçlü umuduyla şair: "Senin geldiğini düşlüyorum bir / biliyorum bu düpedüz umut etmek demektir."

Bir beklentisi var şairin, beklentisiz bir beklenti olabilir bu. Zaman zaman "bir kelime ne bağlar, neyi çözer ne yazar / kavuşmaktır aynada ayrılıkların aksi" diye düşündürürken okuyucuyu, bir anda başka bir şiirinde "sen gelsen gelmesi gereken herkes gelecek / gürültü susacak, bulutlar duyulacak, ezanlar şakıyacak belki" dizeleriyle direnişe çağıracak.

Bilhassa genç okuyucular yahut şiirle irtibatını yeni kurmaya başlayanlar için kitabın 87. sayfasında şiirin ne olduğuna dair bir şiir var, adı da şiir: "Seni çağırmıyorsa sana gel demiyorsa / nafile gevezelik dili değil mi şiir / oluşlar cümbüşünde meydan ararken herkes / köşecikte bir rüzgar gülü değil mi şiir / şu an belki duracak daralan şu kalbimin / sesi olamıyorsa ölü değil mi şiir / ayna değil kırılan yüzümse paramparça / aynada sır olanın kulu değil mi şiir."

Dünyaya olduğu kadar kendine de yabancı şair. Kendini yeniden tanımanın derdinde. Bunun için aşkla, şevkle, zevkle yola çıkıyor. "Ah! Yabancı olmayaydım kendime / çekinmeden tutardım ellerimi" derken tek kaygısı varoluşunun ana kaynağına, anlama ulaşma çabası. Bunun için belki de "evimize dönelim / mülkiyetsizliğin özgürlüğüne" diyor.

Üzüm Meseli, sanki peygamber sevgisinin özeti.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf