Kurt Kanunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kurt Kanunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Eylül 2018 Salı

Resmi tarihin dışından İzmir suikastını okumak

İzmir suikastı, yakın dönem Türk tarihinin en çetrefilli konularından biridir. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya yönelik; içerisinde eski bakanlar, milletvekilleri, valiler gibi üst düzey kişilerin de bulunduğu isimler tarafından planlanmış ancak gerçekleştirilmeden fark edilip önlenmiştir. Sorumluları veya sorumlu olabilecekler istiklal mahkemelerinde yargılanmış ve sonunda birçok isim idam edilmiştir. Resmi tarihe göre bu durum böyledir. Fakat bir de Kemal Tahir’in Kurt Kanunu romanı vardır. Resmi tarihle birçok yönden paralel olsa da olayın özellikle suikast önlendikten sonraki durumunu daha farklı yönden aksettirir Kemal Tahir. Zaten tepki görmesinin sebebi de budur. Devlet Ana’yı yazdığı zaman, bir kesim tarafından ‘Osmanlıcı’ ilan edilen ve suçlanan Kemal Tahir, bu romanı yayımladığında ise yine aynı kesim tarafından Mustafa Kemal düşmanı olarak görülür. Zaten bu kesimlerdir Tahir’i suskunlukla pasifize etmeye çalışanlar.

Daha önce Bilgi Yayınevi ve Tekin Yayınları’ndan baskısı yapılan Kurt Kanunu son olarak İthaki Yayınları’nca neşredilmiştir ve halen bu yayınevinden satışı yapılmaktadır. 1969 yılında ilk baskısı yapılır kitabın. Üç ana bölümden oluşan kitabın bölümlerinin isimleri şöyledir: Kanlı Tuzak, Sürek Avı, İnsanlık. 1992’de sinemaya ve 2012’de de televizyona uyarlanmış bir romandır Kurt Kanunu.

Kanlı Tuzak isimli birinci bölümde suikast için Gülcemal isimli vapurla İstanbul’dan İzmir’e gönderilen namlı suikastçı Ziya Hurşit ve iki adamı (Gürcü Yusuf ve Laz İsmail) hakkındaki güvensizlikler bölümün bir kısmını oluşturur. Suikastın, yani tuzağın İstanbul kısmı baz alınır bu bölümde. Kitap genelinde ilahi bakış açısı kullanılır ve bu bölümde üzerinde durulan en önemli isim, ilk olarak, ünlü fedai, İttihatçı, eski mutasarrıf ve vali Abdülkerim Bey’dir. Bölümün diğer ana karakteri, İttihatçıların ‘Küçük Efendi’si’ Kara Kemal Bey’dir. (Çünkü büyük efendi Talat Bey’dir). Bir kısım tarihçilere göre suikastın asıl planlayıcılarındandır Kara Kemal Bey. Fakat Kurt Kanunu’na göre ise Abdülkerim’in suikast için tetikçileri ikna etmek için habersizce adını bu işe bulaştırdığı kişidir. Kara Kemal Bey’i Yorgun Savaşçı romanındaki Halil Kut Paşa’ya benzer bir rolde görmek mümkündür. Onun gibi sakin, akıllı, olayları iyi muhakeme edebilen, suikasta karşı, kısaca kafası çalışan biridir. Abdülkerim’le zıt karakterleri oluştururlar. Suikastçılara karşı ortaya çıkan güvensizlikten sonra saklandıkları yerlerde İttihatçıların iktidarda oldukları zamanlarda yapılan hataları sık sık Abdülkerim’e söyler Kemal Bey. Bu özelliğidir aslında onu Halil Kut paşa’ya yaklaştıran. Bir özeleştiri, iç muhasebe, akıllıca bakış ve vatan sevdası. Kimilerine göre sevilmeseler de. Abdülkerim’e yönelttiği şu sözler, onun suikasta karşı olduğunun da kanıtıdır Kurt Kanunu’nda:

Vazgeçemediniz gitti şu tabanca oyunlarından… Muhalefette düşürmediniz elinizden. İktidarda hiç bırakmadınız. Anlatamadım merhuma… Tabancayla devlet idare edilemeyeceğini… Anlatamadım dedimse…

İlk bölümün bana göre gereksiz olan ya da gereksiz uzatılan tek kısmı, Abdülkerim’in suikast için İzmir’e gönderdiği Ziya Hurşit’in kapatması Naciye’yle olan ilişkisi. Bölüm olarak diğer olaylarla ilgisi zayıf da olsa var, bu açıdan eleştirilmesi doğru değil fakat bu ilişkinin yazım olarak (genellikle cinsel açıdan) uzun tutulması ve gereksiz ögelere yer verilmesi eleştirdiğim kısım. Buna betimlemelerin gücü de diyebiliriz; fakat ben gereksiz uzatılmış diyorum. Bu anlatım tarzı Tahir’in alışıldık tarzıdır. Fakat bu, kanaatimce, hassaten Namuscular kitabında başarılı görünüyordu, Kurt Kanunu’nda değil.

İlk bölümün mekân tasvirleri de okur için zorlayıcı bir yapıda değil. Boğmayan bir mekân ve kişi tasviri yer alıyor kitap genelinde. Özellikle Kara Kemal Bey’i her haliyle gözümüzün önüne getirebiliyoruz. Özellikle kişilik özellikleriyle. İlk bölüm ve diğer bölümler için söyleyebiliriz ki diyaloglar da oldukça başarılı. Konuşma cümlelerinden kimin konuştuğu hemen fark ediliyor. Bunu Kemal Tahir için diyor olmak komik gelebilir çünkü yazar zaten diyaloglarıyla kendi tarzını ortaya koyuyor her kitabında. Yine de Tahir’i ilk kez okuyacaklar için söylenmeli diye düşünüyorum.

İkinci bölümde mekân olarak Şefik Bey’in karısı Semra Hanım’ın evi, sonrasında da çiftliğini görüyoruz. Romanın iki kahramanı Kemal Bey ile Abdülkerim bu yerleri saklanmak için kullanıyor. Bu bölümün adı ‘Sürek Avı’. Bir av başlıyor gerçekten. Cumhuriyet yönetimine muhalifleri ve İttihatçıları tasfiye avı. Önce Kara Kemal Bey sonra da Abdülkerim üzerinden anlatıyor yazar bu bölümü. Bir av peşine düşen muktedirler yüzünden iki başkahramanı daha da sıkıntılı hallerde görüyoruz bu bölümde. Zaten ikinci bölümün önemli özelliklerinden biri, karakterlerin iç monologlarla içlerinde bulunan sıkışmışlığı ortaya çıkarmaları:

Birden, sofadaki saat vurdu. Soluğunu keserek bekledi. Arkası gelmeyince, ‘Bir,’ dedi. Yorgunluktan sırtı ağrıyordu. N’arıyordu bu gazetelerde? Gayet iyi biliyordu ki, gazeteler ancak olanı olduktan sonra yazar… Çaresizlik içinde debelendiğini anlayarak utandı. Gazeteyi yavaşça yere bırakıp çevresine biraz şaşkın baktı. Ne işi vardı bu yabancı evde? Bunca deneylerine, bunca gücüne rağmen, demek bu kadar çürük müydü yaşayışı için sağladığı güven? En küçük bir esintiyle darmadağın mı oluverecekti hemencecik?

Kitabın hem yayımlandığı dönemde hem de hâlâ niçin tepki çektiğini anlayabileceğimiz birçok pasaj mevcut bu bölümde. Bunu Berna Moran’ın Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış adlı kitabında mezkûr kitap hakkında yaptığı yorumla birlikte ele alabiliriz. Moran, Kurt Kanunu için kısacası roman, Cumhuriyetin ilk yıllarında halkçılar ile muhalefet arasındaki iktidar kavgasını, halkçıların teröre kayışını sergiler ve bu tarihsel gelişimin (Kemal Tahir'e göre) nedenlerini açıklar. Yazar, İzmir suikastını diktatörlüğe sapan halkçıları okuyucunun gözünde suçlamak için kullanır diyor. Bunu neye göre dediğini şu pasajla birlikte anlayabiliriz. Tahir, suikasttan Cumhuriyet idaresinin bu plandan haberdar olduğunu ve bunu tüm muhalifleri, tekkeleri ve istemediği kişi ve kurumları ortadan kaldırmaya yönelik olarak kullandığını belirtir:

‘Bizi temizlemeye mi karar verdiler peki? Şimdi, bizim hepimizi…’”

‘Cavit’in tutuklanmasına kadar, ‘Olmaz öyle şey,’ diyordum. Tutuklanınca…’

‘Orasını bilmem. Bildiğim, bugünkü ortamda, demokrasi sökmeyecekti. Bunu anladılar. Şeyh Sait İsyanı bahane oldu. Takrir-i Sükûn Kanunu çıktı. İstiklal Mahkemeleri kuruldu. İsyan mıntıkasındaki mahkemeyi hadi zorunlu sayalım, Ankara’daki neden gerekli olsun? Terakkiperver Parti’yi kapattılar. Geçenlerde Ankara İstiklal Mahkemesine Yargıtaysız adam asma hakkı tanıdılar. Birtakım haksız kazanç dedikoduları alıp yürümüştü. Partileri kapatılan muhalif mebuslar Meclis açılınca üstlerine çullanacaktı. Bunu Meclis açılmadan önlemek gerekti. İstanbul gazetecilerini neden Elaziz İstiklal Mahkemesi’ne gönderdiler de, Ankara İstiklal Mahkemesine vermediler. Çünkü o zaman Ankara Mahkemesi’nin adam asmak yetkisi yoktu. Maksat da gazetecileri yıldırmaktı. Çok önceden bilindiği, dikkatle izlenildiği anlaşılan bu suikast teşebbüsü de ekmeklerine yağ sürdü.

Konyaktan içti, hiç telaşsız sigara yaktı. ‘Bir taşla iki değil üç kuş verecekler gibime gelir. Muhalif mebusların gürültüsünü, ordudaki nüfuzunu, İttihatçılığın kökünü hep birden kazıyacaklar.

Bu bölüm Kara Kemal Bey ve Abdülkerim üzerinden ilerlese de yan roller hikâyeyi genişletiyor. Bölümle ilgili olumsuz şunu diyebilirim: Kitaplarda rastlantıları pek sevmem. Hikâyeye zarar verdiklerini düşünürüm. Burada da Abdülkerim, saklandıkları yerde jandarma tarafından basılacaklarını Hayriye adındaki bir kadından tesadüfen öğrenir. Hayriye’nin bunu jandarmadan, onunsa, bir vakit Abdülkerim ile konuşan Şaban adlı toptancıdan öğrenmesi çok göze batmasa da, Şaban’ın iki kaçağı Abdülkerim ile yaptığı konuşmadan tahmin etmesi biraz zorlama olmuş. Kaçak olduklarının anlaşılmasının ipuçları daha net verilseydi bölümün bu kısmı daha gerçekçi olacaktı. Üçüncü bölümde ana mekân olarak Emin Bey’in evini görebiliriz. Emin Bey eski İttihatçıdır fakat İttihatçılığı ‘tarafsız kalmak adına’ bırakmıştır. Kardeşi Perihan’la yaşayan Emin Bey’in evine gazeteci yeğeni Murat da sık sık gelir. Bu bölümün yan karakterlerindendir Murat. (Kemal Tahir bazı kitaplarında ‘gazeteci Murat’ rolünde kendine yer vermiştir aslında).

Kara Kemal Bey’le çocukluk arkadaşıdır Emin Bey. Kara Kemal Bey’in, Perihan sayesinde Emin Bey’in evine sığınmasıyla tekrar yollar kesişir. Fakat bunun fark edilmesi ve Emin Bey’in ‘kaçakları saklamak suçuyla’ İstiklal Mahkemesi’nde yargılanması bu bölümün asli olaylarındandır. Bu bölüm daha çok fikirler üzerinden ilerler. Uzun konuşmalar vardır özellikle Kemal Bey tarafından. Politikayla ilgili tiratlar atar Kara Kemal Bey bu bölümde. Başlarda da dediğim gibi, İttihatçılığı da eleştirir, kendisini de, Cumhuriyet idaresini de. İttihatçılığın komitacılığa evrilmesi ise canını en çok sıkan konudur.

Bizim ömrümüz, bütün suçlarımızı muhaliflerimize yüklemekle geçmiştir… Büyük politika sandık bunu… Yatkınmışı, alıştık. Daha beteri, en suçlularımıza, en utanmazlarımıza uyarak, doğru söyleyenlere, hiçbir suçu olmayanlara diş biledik yıllarca… Giderek muhaliflerimizle aramızdaki ilintileri hırsızlarımız, alçaklarımız, manyaklarımız belirleyip denetler hale geldi. Bu heriflerin ne kadar rezil, ne kadar işe yaramaz olduklarını… Ne demek işe yaramaz! Tersine, kancıklıklarını… Aptallıklarını… Çalıp çırptıklarını bile bile, muhaliflerimizi en alçak iftiralarla karalamalarını beğeniyorduk, sırtlarını sıvazlayarak kışkırtıyorduk, mükâfat olarak da çalmalarına, namussuzluklarına göz yumuyorduk. İstiklal Mahkemelerinin çoğunlukla bizim ikinci takım döküntülerinden kurulması rastlantı değildir.” (Ayrıca bu bölümde Kemal Tahir’in ekonomik açıdan görüşlerini de Kara Kemal Bey’in bakış açısından kitaba aktardığına şahitlik eder okurlar.)

Üçüncü bölümün esas kahramanı Emin Bey’dir. İç konuşma ve çelişkilerini uzun uzun bizlere aktarır yazar. Sorumlu, vicdanlı bir adamın iç muhasebesini bu kadar gerçekçi yazmak kolay değildir fakat Tahir bunu başarmıştır. Diğer bölümlerde karşılaştığım birkaç aksaklığı yukarıda belirtmiştim. Bu bölüm ise kitabın en temiz bölümüdür. Çok aksiyon yoktur ama fikir vardır. Kemal Tahir’in düşüncelerini de en net bu bölümde görürüz.

Adı baştan belli olmayınca romanın yazılması zorlaşır der Kemal Tahir. Romanın adı temellerinden biridir diye ekler. Bu bana, İsmet Özel’in önce şiir isimlerini bulmasını, sonra şiirlerini oluşturmasını hatırlattı. Kemal Tahir’in de kitap ve kitaptaki bölüm isimlerinin rastlantısal değil, bilerek ölçerek belirlediğini her kitabından görebiliriz. Kurt Kanunu isminin nereden geldiğini de Kara Kemal Bey’in sözlerinden anlarız bu bölümde. Bir savaşa girilmiş ve kaybedilmiştir. Kurtlukta da düşeni yemek kanundur.

Kurt Kanunu’nda yazar ortaya bir argüman sunuyor ve bunu sonuna kadar savunuyor. Roman hakkında yapılan çoğu eleştirinin ideolojik gözlüklerle yapıldığı kanaatindeyim. İyi değil, çok iyi bir romandır Kurt Kanunu. Karakterlerin inandırıcılığından hikâyenin ele alınmasına, anlatımın tutarlılığından yazı tarzına kadar… Birkaç küçük eleştirimin olması, bu kitabın ‘çok iyi olmadığı’ manasına gelmiyor. Çünkü hikâyenin bütününe etki etmiyor o olumsuzluklar.

Yakın tarihimizin en önemli olaylarından olan İzmir suikastını, resmi tarihin dışına çıkarak bir de Kemal Tahir’den okumak herkese iyi gelecektir.

Mehmet Âkif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10