Kriton etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kriton etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2018 Salı

Sokrates’in İnadı: Euthyphron, Kriton Diyalogları ve Sokrates’in Savunması üzerine bir deneme

“Daidalos’un ustalığından ya da Tantalos’un servetinden daha çok isterdim sözlerimin yerinde durmasını, hatta sabit kalmasını.”
- Euthyphron, Dindarlık Üzerine

“Sokrates felsefeyi gökten yere indiren, onu şehirlere yerleştiren, evlerin içine sokan ve yaşam, yaşam tarzı, iyi ve kötü hakkında araştırma yapmaya zorlayan ilk kişiydi.”
- Cicero

Platon, Euthyphron (Ötifron, Yunancada “düz, doğru düşünceli” anlamına gelir) diyalogunda “tek bildiğinin hiçbir şey bilmediği” olan Sokrates ile “dindarlığa ve dinsizliğe ait tanrısal yasaların” bilgisine sahip olduğuna iman etmiş Euthyphron’nun Basilleus’un sarayında karşılaşmalarını ve “dindarlık üzerine” olan konuşmalarını aktarır. Sokrates “gençleri yoldan çıkarmak ve kentin tapındığı tanrılara tapınmamak” ile suçlanırken, Euthyphron Atinalıların kişinin babasını dava etmesinin dine uygun olmayan bir davranış olarak görmesine ve kendisini ayıplamasına karşın babasını cinayet işlediği gerekçesi ile dava etmiştir. Bu davranışı İle tanrıların gazabına uğramaktan veya günaha girmekten çekinmeyen Euthyphron’nun kendince sağlam bir delili vardır. Çünkü tanrıların “en iyisi ve en adaletlisi” olduğuna inanılan Zeus kendi babası Kronos’u haksız yere oğullarını yuttuğu için zincire vurmuştur. Atinalıların Zeus’un yaptığının doğru bulurken benzer bir durumda olan kendi davası ile ilgili çelişki içinde olduklarını savunur. İşte tam bu noktada Sokrates’in verdiği cevap bütün bu diyalogun özünü oluşturur. “Benim için suçlamada bulunmalarının nedeni de bu olabilir mi Euthyphron, birisi çıkıp da tanrılar hakkında böyle çelişkili şeyler söylediğinde söylediklerini bir türlü kabullenemem olabilir mi?

Kendisinin neden savunma yapmak zorunda bırakıldığını böylece ifade eden Sokrates bilgiç Euthyphron’dan kendisine dine uygun olanın ne olduğunu öğretmesini ister. Metin bundan sonrasında sokratik diyalektiğin güzel bir örneği şeklinde gelişir ve nihayetinde Euthyphron’nun kaçar gibi oradan uzaklaşmasıyla sonlanır. Diğer sokratik dönem diyaloglarında da benzerlerine tesadüf edildiği üzere insanlara bilgisizliklerini göstermek isteyen Sokrat diyaloglarında konunun özünü teşkil edecek hususu en iyi bildiğini iddia eden bir Atinalıya soru sormak marifetiyle bilgisizliğinin farkına varmasını sağlamaya çalışır. Sokrates bu Atinalı numuneleri düşüncelerinden vazgeçirmek niyetinde değildir. Aksine doğruyu bulup çıkarmaları için yol gösterir. Sokrat muhataplarına bilgiyi direk vermek yerine onların bir nevi zihinlerinde bilgiyi doğurmasını sağlama gayretindedir. Metin bu yönüyle dine uygunluk, dine aykırılık, dine uygun olanın dine uygun olduğu için mi tanrılar tarafından sevildiği yoksa tanrılar tarafından sevildiği için mi dine uygun olduğu, saygının mı korkunun mu önce geldiği, dindarlığın ne olup ne olmadığı gibi konularda hakikatin ne olduğundan çok Euthyphron’nun bilgisinin hakikatten ne kadar uzak olduğunun ispatıdır. Mesela dine uygun olan ile dine aykırı olanın ne olduğunu soran Sokrates “tanrıların sevdiği şey dine uygundur, sevmediği şey ise dine aykırı” cevabını aldıktan sonra “…ama Euthyphron, tanrıların birbiriyle kavga ettiklerini, anlaşmazlığa düştüklerini, hatta aralarında düşmanlık olduğunu söylemiyor muyuz?.. O zaman bu ifadeye göre aynı şeyler hem dine uygun hem dine aykırı olmalı... Senin şimdi babanı cezalandırmak için yaptığın şeye bakalım; bunu yapman Zeus’un hoşuna gidiyor, Kronos ve Ouranos’un nefretini çekiyorsa…” şeklinde süre gelen sorularıyla Euthyphron’u köşeye sıkıştırır.


Bana kalırsa Atinalılar bir insanın akıllı olup olmamasını hiç de umursamaz, yeter ki o insan kendi bildiklerini başkasına öğretmeye kalkmasın.” diyen Sokrates, Euthyphron ve onun gibilere hakikate giden yolu gösterirken bu yol gösterme serencamının onu icbar edeceği hakikati tüm açıklığıyla haykırır; “Büyük bir nefret doğdu bana karşı iyice bilin bu gerçeği. Beni mahkûm edecek şey işte budur.

Devlet adamları, ozanlar, sanatkârlar… Bütün bu insanlarla bilgeliğin ne olduğuna dair konuşan Sokrates “diğerlerine, hem de pek çok insana, özelliklede kendilerine” bilge göründüklerini ama “hiç de öyle olmadıklarını hiçbir şey bilmedikleri halde kendilerini biliyormuş zannettiklerini kendisinin en azından bilmediğinin farkında olduğu için bu insanlardan daha bilge göründüğünü ve tüm bu süre gelen konuşmalar neticesinde insanlara bilmediklerini gösterdiği için birçok azılı düşman edindiğini” anlatır. Sokrates pratik bir felsefeye geçişin öncüsüdür yani hayat tarzı ile fikirleri birbirinden ayrılmaz niteliktedir. Mahkeme heyetinin arzu ettiği şeklide bir savunma yapmanın kendini ölümden kurtaracağını biliyorken o savunmasında ikna edici olanı değil doğru olanı anlatır. Bunun Sokrates’in ruh ve bedene dair felsefesi ile ilgisi yadsınamaz bir gerçektir. İnfazından birkaç saat önce geçtiği düşünülen Phaidon diyalogunda savunduğu gibi ona göre esas olan ruhtur ve beden ise ancak araçtır. Ölümü “ruhun başka bir yere göçmesi” olarak tanımlayan filozof idam edilmeyi değerlerinden ödün vermeye tercih edecek kadar teorik ve pratik ayrımını kendi yaşamından çıkarmıştır. Yine felsefeyi terk etmesi veya sürülmesi karşılığında hayatını bağışlanacağı ihtimaline karşı o hakikatin arkasında durma pahasına ölümü tercih etmiştir. Ölmeden bir gün önce kendisini kaçırmak için hapishaneye gelen arkadaşı Kriton ile olan diyalogunda da “daha önce söylediğim sözleri, böyle bir duruma düştüm diye yabana atamam” diyerek bu teklifi reddetmiştir. Çünkü Sokrates’e göre “hiçbir şeklide bile bile eğrilik etmemek ve eğriliğe eğrilikle karşılık vermemek gerekir.” Yine o bireyin devlet ile “zorla ve aldatılmadan berî, kısa zamanda karara zorlanmamış” bir sözleşme üzere olduğunu ve ne pahasına olursa olsun en başından mutabık olunan bu sözleşmeyi delemeyeceğini savunduğu için baldıran zehrini diğer ihtimallere tercih etmiştir.

Taha Selçuk
twitter.com/ecztaha