Kozmos'un Hakîkati etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kozmos'un Hakîkati etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Eylül 2017 Pazar

Mânâdan konuşmak ve mânâyı bilmek

"Yol, hakiki insan tabiatının tekâmül ettirilerek zuhurundan başka bir şey değildir."
- Tu Weiming

İslâm felsefesi, tasavvuf, Fars edebiyatı üzerine dünyanın sayılı uzmanlarından biri William C. Chittick. İmza attığı otuzun üzerindeki tercüme ve telif eserinden bir kısmına Kaknüs, İz, Litera ve İnsan Yayınları vesilesiyle Türk okuyucular da istifade edebildi. Düşünce dünyasındaki yoğun Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî etkisi aşikâr olan Chittick aynı zamanda bu büyük mutasavvıfların eserlerini İngilizce'ye çevirmiş ve yine bu eserlere dair birçok makale kaleme almış bir profesör.

Ömer Çolakoğlu'nun dilimize kazandırdığı Kozmos'un Hakîkati; alt başlığında belirtildiği gibi ilm-i kâinat, ilm-i nefs, yani İslâm kozmolojisi üzerine yazılmış metinlerden oluşan bir kitap. Chittick bu kitabında da daha evvelki çalışmalarında defaatle vurguladığı 'o bariz mesele'den hiç uzaklaşmıyor: "Bana öyle geliyor ki, her şeyden önemlisi insanın kâinattaki yerinin anlaşılması. Bu hedefe ise kimse Tanrı’yı anlamadan ulaşamaz."

7 bölüm ve 194 sayfadan oluşan kitabın muhtevası oldukça zengin. Chittick, günümüz Müslümanlarının irfandan, gelenekten ve 'akleden kalp'ten artık çok uzaklaştıklarını henüz ilk sayfalardan itibaren oldukça doğru bir üslupla aktarıyor. Bu uzaklaşmanın dini yaşama anlamında büyük bir kesintiye sebep olduğunu ve yakınlaşma sağlanmadıkça dinin yaşanabilir yönünün yeniden kazanılamayacağını belirtiyor: "Yaşayan bir irfân geleneği olmaksızın hiçbir din, neşv-ü nemâ bulmak bir yana, hayatta dahi kalamaz. Bu hususun üzerinde ciddi şekilde durulmalıdır. Bu gerçek, kendimize bazı soruları sorduğumuzda daha bir berraklık kazanmaktadır: İrfani geleneğin varlık sebebi neydi? Toplumda nasıl bir amaca mebni olarak iş gördü? Nihâî amacı neydi? Diğer bir deyişle: İnsanlar neden düşünmelidir? Neden kendilerine söylenenlere körü körüne inanmamaları icap eder?.. Bir insan tekdüze düşüncesini makbûl tefekkür seviyesine yükseltmek için yapması gereken, düşünme eyleminin ta kendisidir; yani, neticelere ödünç fikir kırıntılarıyla değil, bizzat kendi fikir çilesi ve mücâhedesi ile varmalıdır. Tecrübe sahibi herhangi bir öğretmen dahi bunu kâmilen bilir." [sf. 21-22]

İrfan geleneğinin Müslümanlarının yaşam biçimlerindeki etkin rolünün kaybolmasıyla birlikte düşünce dünyalarının gözle görülür biçimde ikiye bölündüğünü, bölünmüş olan bu bölümlerden en büyüğünün ise 'modernitenin tanrıları' tarafından ele geçirildiğini belirtiyor: "Tanrı, hayata anlam ve istikâmet veren şey iken dünya, birçok tanrıdan anlamlar devşirme gayretinde. Şiddetini gittikçe artıran bir teksîr süreciyle tanrılar adede gelmeyecek derecede çoğaldı ve neticede insanlar kendi nefslerine hitap eden tanrılara kulluk etmekteler." [sf. 30]

Chittick, kitabın neredeyse başından sonuna kadar, tüm metinlerde özellikle ilim ve düşüne mevzuları üzerinde okuyucuyu hiddetle kendine getirmeye çalışıyor. Düşüncenin, düşünmenin ve düş kurma eyleminin insan hayatından uzaklaştıkça bezginliğe, tembelliğe ve taklitçiliğe varan bir geri dönüşe sebep olduğunu anlatıyor. Oysa ona göre asıl geri dönüş, akıl yoluyla "irfanî ilim" üzerine olmalı. Bugün insanların fıtratlarıyla ilgili yaşadıkları temel sorunu cehâlet ve gaflet bataklığına garkolmaları olarak gören Chittick, bu iki bataklık yüzünden asıl geri dönüşe imkân kalmadığını söylüyor. Hem de gayet güzel söylüyor: "Nefs, cehâlet karanlığında kaldığı ve Hakk'a karşı gâfil olduğu sürece kendi fıtratını bilemez ve bu yüzden de olması gerektiği gibi ona "akıl" denemez. Önce hakiki Rabbânî menşei olan fıtratını ortaya çıkarıp Âdem'e öğretilen bütün esmayı idrâk etmelidir. Ancak o zaman ona kâmil mânâda "akıl" denir ki artık bu cevher, bi'l-kuvveden bi'l-fiil haline gelmiştir." [sf. 49]

Akl-ı bi'l fiil, kendi içtenliğini açığa çıkartma yolundaki idrak kapılarını aşıp, kendi fıtrî kemâline erince gerçekleşen bir şeydir. Felsefe bunu "kurtuluş" olarak görüyor yahut saadet. Yani asıl saadet ya da saadete ulaşma hâli için "insanın kendini keşfetmesi" denilebilir. Bu keşif sürecine dair Chittick şöyle söylüyor: "Gelenekten yetişme irfan talebi, her şeyi bilmenin peşinden gittikçe kendi nefsindeki tevhid hakikatini ve dünyayla olan organizmal rabıtasını bulur. Fakat modern biliminsanı, her şeyi kuşatan teorilerin günün birinde her şeyi açıklayacağını iddia etmesine rağmen, ne kadar veri peşinde koşarsa o nispette dağılma, tutarsızlık ve kopukluğa sürüklenir." [sf. 164]

Batıda, hadi açıkça söyleyelim Avrupa'da ve Amerika'da sufi öğretisine dair ilgi gittikçe artıyor. Buna bazı ciddi gazeteciler de dahil oluyorlar ve önemli makaleler yazıyorlar. Bryan Appleyard, bu isimlerden belki de en önemlisi. Manchester doğumlu bu İngiliz gazeteci, "Understanding the Present: Science and the Soul of Modern Man" adlı çok önemli eserinde kendine has üslubuyla doğunun sesini yankılamış aslında. Chittick'in sık sık başvurduğu bu kitaptan bir paragraf:

"Bilimsel bilgi temel itibariyle paradoksaldır. Paradoks, bilimin "hakiki" dünya hakkındaki bütün "doğrularının" en bariz bozulma ve tahrifat üzerinde yükselmesidir. Anlaşılabilir bir kainat yaratacağız derken kendimizi en koyu ve en bariz bir aşırı sadeleştirmeye kurban ettik. Anlayan ve bilen mekanizma olan insan nefsini hariçte bıraktık."

Kozmos'un Hakîkati'nin son bölümü 'mana arayışı' üzerine. Bu bölümde bilmenin türleri, özne ve nesne, dünya görüşü, zât, mânâ gibi dışarıdan bakıldığında oldukça 'karışık' başlıklar mevcut. Yazarın meziyeti burada ortaya çıkıyor. Anlatmak istediklerini olduğu gibi anlatıyor, elbette öğrendiği ve hatta öğrettiği kuramsal ifadelerle. Tevhidin bir kişide öncelikle 'bebek seviyesinde ve adı konmamış bir sezgi hâlinde' olduğunu söyleyen Chittick, menkul bilginin bu bebeği uyandıracağını ve zaman içinde daimi tefekkürle adım adım idrâkin kuvvetleneceğini söylüyor son cümlelerinde.  Eğer nefs, kendisini mutlak ve sonsuz nûrun bir yansıması olarak görürse yol açıktır. Yola sezgi ve fıtrî algıyla çıkan nefs, nihayet vücûd, ilim ve şuur yoluyla saadet kapısına ulaşır.

Netice-i kelam: "mânâdan konuşabilmek için bir kişi başlangıçta kendine bir zemin oluşturamazsa hiçbir zaman hiçbir şeyin mânâsını bilemeyecektir."

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf