Jar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2016 Pazartesi

Yas, kin ve sevgi hep diri kalabilir mi?

"Kimse bana inanmayacağı için gördüklerimin yarısını bile anlatmadım."
- Marco Polo

"Bazı yaralar var ki, kapanmış olsalar bile, dokununca sızlarlar."
- Ivan Turgenev

İşlediği her temayı güçlü biçimde şiirlerine aksettirmiş bir şair Kemal Varol. Her şiiri bin kefaret gibidir. Şairin üç de romanı var; Jar, Haw ve Ucunda Ölüm Var. Jar; Kürtçe "zehir", Arapça ise "komşu, yakın" gibi anlamlara geliyor. Daha evvel Sel Yayıncılık'tan çıkmıştı, artık İletişim Yayınları neşrediyor. Hem bedeni hem de ruhu yaşlı iki adamın, İçli Halil ile Rahatsız Kamil'in kinlerini, sevgilerini, öfkelerini, anılarını anlatıyor. Peki nerede? Kemal Varol'un düş dünyasında meydana getirdiği Doğu'da bir kasabada, Arkanya'da.

1980 darbesi henüz geçmiş fakat sıkıyönetimin halkın üzerindeki darbeleri henüz geçmemiş. "Sıkıyönetim vardı memlekette. Beş kişinin aynı ayak izini yürümesi dahi suç kabul ediliyordu" diyor anlatıcı. Herkesin mutlaka bir acısı, öfkeye maruz kalmışlığı, şiddetle 'terbiye' görmüşlüğü var bu kasabada. İki yaşlı adamın ise öyle bir geçmişi var ki birbirleri üzerinde, her gün karşılıklı iki meyhanede masalarına kurulup birbirlerini izliyorlar. Aslında bu bir izleme değil, daha çok bakışların taarruz emriyle ateş edip etmeme arasında verilemeyen kararsızlık. Anlatılan geçmiş yalnız bu iki adamın değil, bir toplumun geçmişi. Tüm dertleri saçlarının aklarına bile düşmüş insanların geçmişi.

"İnsanın derdi kalbinden önce insanın saçlarına vururmuş. Yürüyüp gittiği köy yollarında bir gecede saçları beyazlayan nice dert sahibini dinlemiş İçli Halil. Erkekler için iş kolaymış. Uzar uzamaz saçlarını kesermiş erkekler. Kadınlarsa saçlarıyla beraber dertlerini de uzatırlarmış. Babaları o saçları çekip onları döverken de, anneleri sarı taraklarla onları tararken de, bir erkeğin kocaman elleri onları okşarken de nerede kırıldıklarını, hangi ellerde yıprandıklarını, hangi aşkla beyazladıklarını asla unutmazmış kadınların saçları."

Konuşmuyor bu iki öfkeli ve yaşlı adam. Sanki öfkeleriyle beraber dilleri de yaşlanmış, konuşmaya mecalleri kalmamış gibi. Kahvede, meyhanede ya da yolda onları görenler bu iki adamın hikâyesini merak ediyor. Fazla elektrik yediğinden Elektro lakabını almış Cemil, tüm meraklılara bazı hikâyeler anlatıyor bu adamların geçmişleriyle ilgili ama kimse inanmıyor. Diğer taraftan, Rahatsız Kamil’in oturduğu Kazablanka meyhanesinin sahibi Hayri Abi, İçli Halil’in yerleştiği Duble Meyhanesi’ni işleten kardeşi ile yıllardır küs. Okuyucu her an tetikte çünkü büyük bir dolmayı yutabilir. Hikâyeler karışabilir, belki de karışmayabilir. Aslında Elektro Cemil'in dediği gibi; belki de anlatılan en son hikâye gerçek olanıdır. Kim bilir?.. Zaten dertler bile eskiden dertmiş, hikâyeler eskiden hikâye, anılar, hatıralar, çekilen çileler hep eskiden gerçekmiş.

"Eskiden her yer bu kadar uzak değilmiş. Gitmek istediğin yer neresi olursa olsun çabucak gidermişsin. Gidilmek istenen mesafe saatlerle değil, günlerle tayin edildiği için kimsenin aklından zamanı ölçmek geçmez, bunun için telaş etmezmiş. O zamanlar kimse varacağı yer için dertlenmezmiş açıkçası. Yolda geçen zaman da varılan yere dahil edilir, o yol boyunca yaşananlar varılacak yerin, yapılacak işin, görülecek hesabın bir parçası sayılırmış. O yüzden de eskiler bizden çok daha geç varsalar da uzağa, bizim kadar söylenmezmiş."

Kitaptaki her yeni hikâye okuyucuyu hem lezzetli bir kurguya çekiyor hem de kafaları allak bullak ediyor. Hangisi gerçek, hangisi sahte? Yoksa hepsi birer öğüt mü? Belli olmuyor. Tüm hikâyeyi eteklerine dizmiş Makam Dağı ise romana ayrı bir hava katıyor. Bazen sert bir rüzgâr esiyor oralardan, bazen kopkoyu bir ezan yankılanıp geri dönüyor kasabaya. Rıfkı Amca ve Sami konuşuyor, biz de onları yalnızca kafamızı sallayarak onaylıyoruz.

"Bu bina tam bir sanat harikası, dedi Rıfkı Amca. Sami sırtını çevirip her tarafı dökülen gar binasına baktı. Bunca yıldır bu binadaydı ama harika bir tarafını görememişti. "Sahiden mi?" diye sordu. "Sahiden ya," dedi Rıfkı Amca, "kalmadı böyle garlar." 
- Ben niye göremiyorum harikalığını peki?
- Göremezsin tabii!
- Neden?
- İnsan kendi hikayesini bilemez de ondan. O yüzden hep başkalarının hikayelerini anlatır."

Son cümlesine kadar kan kusup kızılcık şerbeti içtim, diyen bir roman Jar. Öyle gözyaşlarını içine akıtanların romanı falan değil, İsmet Özel'in "gözlerim nemli değil, gözlerim namlu" demesi gibi. Her yeni bakışta, eskimeyen bir şey ölüyor sanki.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf