Hüzün ve Ben etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüzün ve Ben etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Yaşamında hüzün eksik olmayanlara

"Hilmi Yavuz, denemelerinde ne sadece güzel söz söyleme ustasıdır ne de okurunu bir yığın kuru bilgiyle baş başa bırakır. Tartışır, kavgalara tutuşur, aydınlatır, tezler öne sürer ve okurunu yükseltir. Onun deneme yazarlığının bir ayrıcalığı da başkalarının bir kitapta anlatabildiği bir ‘mesele’yi, kısacık bir metnin sınırları içinde çözebilmesidir." - Ali Çolak

Hilmi Yavuz, Türk şiirinin "hüzün" şairidir. Buradaki hüzün kelimesi maalesef ki kimi okuyucuları korkutuyor. Oysa hüzünden korkuyor olmak, başlı başına korkulması gereken bir durumdur. Hüzünle melankoliyi karıştırmak, kitap çok satsın diye adına mutlaka "hüzün" serpiştirmek kadar yanlış bir yoldur. Önce biraz da olsa hüzün üzerine konuşmak daha doğru olacak gibi.

Kındî (öl. 886), hüznü tanımlarken "Hüzün, sevilen nesneleri kaybetmekten ve elde edilmesi taleb olunan nesnelere ise ulaşamamaktan kaynaklanan nefsanî acıdır" der. Asırlar sonra batıdan Freud da hemen hemen aynı şekilde, "Hüzün, daima, sevilen bir kişinin veya onun yerine geçmiş olan vatan, hürriyet, bir ideal gibi bir soyutlamanın kaybına gösterilen tepkidir" diyerek tanımlar. Hüzün, illa bir kayıp durumunda mı ortaya çıkar? Kesinlikle hayır. Kayıp, yasa ve mateme sebep olur. Hüzün ile bir alakası direkt olarak yoktur. Dücane Cündioğlu bu duruma "Ey talib, bil ki ârifler için, her zaman, hüzün zamanıdır. Lâkin onlar aslâ yas tutmazlar" diyerek karşı çıkar.

Turgut Uyar'a "Benim her duygum biraz hüzün gibidir"i , Cemal Süreya'ya "Çocuk / güzel anılar gibi hüzünlü / hüzünlü şarkılar gibi güzel"i, Pablo Neruda'ya "Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim"i, Gülten Akın'a "Hüzün çocuklar için arada bir / yaşlılar için sürekli"yi, Gustave Flaubert'e "Boş bir ev kadar hüzünlü hissetti kendini"yi yazdıran velinimettir hüzün. İşte o hüzün, Hilmi Yavuz'a da, o her fırsatta hatırladığımız "Hüzün ki en çok yakışandır bize"yi yazdırmıştır. Hüzün, ne dizelerle ne de belirli kalıplarla anlatılabilir. Bırakalım da anlatılmasın ve yaşayanların bile tanımlayamadığı bir nimet olarak kalsın. Ancak son olarak, kitaptan Hilmi Yavuz'un harikulade "hüzün görüşü"nü de paylaşmam gerekiyor:

"Biz, hüzünlü bir toplumuz. Hüznü, hüzünlenmeyi seviyoruz. Yaşamın tadını, hüzün duygusunda buluyoruz belki de! Bir tür mazohizm evet, ama ne yapalım, böyleyiz işte! Hep söylemişimdir: Şarkılarımıza, türkülerimize, şiirlerimize bakın hep hüzündür dilegetirilen. Bir şiirimde, hüzün ki en çok yakışandır bize, diye yazmıştım, adım o günden bu yana "hüzün şairi"ne çıktı. Yanlış anlaşılmak istemem, benimki sadece bir saptama... Bizim kültürümüz bir "hüzün kültürü"dür; hüzün sanki kimliğimizin "olmazsa olmaz" bir parçasıdır, demek istemiştim ben. Hüznün Türk insanının, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın deyişiyle söylersem, "his tarihi"nde yeri büyüktür. Kısaca, bizim insanımızı anlatabilmek için hüzün temel kavramlardan biridir, bana göre."

Hilmi Yavuz'un bu taptaze olan denemesi, çocukluğunu, gençliğini, gazetecilik-dergicilik anılarını, edebiyat deneyimlerini, elbette şiir yolculuğunu ve tüm bunlarla birlikte aileleri, arkadaşlıkları, vedaları, hatıraları, izleri, erguvanları, yazları da önümüze seriyor. Her sayfada Hilmi Yavuz'un o kusursuz lirik üslubunun şiirsellikle kaynaşmasıyla, okuyucunun içini kaynatan anekdotlar gizli. Bir de bu tip deneme okumalarının en keyifli tarafı, okuyucunun herhangi bir özelliğini yazarla kesişmesi oluyor. Mesela Hilmi Yavuz'un şu özelliğini -haddim olmadan- kendim yazmış gibi oldum:

"Benim, "hiçbir şey değişmesin, hep aynı kalsın!" tutkumu bilenler bilir. Aynı yerlere giderim, aynı otellerde kalırım, mümkünse aynı odayı isterim. Alışmadığım bir mekânda (bu mekân, önceden kalmadığım bir oda bile olabilir!) olmak daima tedirgin etmiştir beni. Tuhaf bulacağınızdan eminim ama söylemeden de edemeyeceğim: Yaz tatili dönüşlerinde, her yıl kaldığım odamdan ayrılmadan önce, oraya, sadece benim fark edeceğim küçük ve kalıcı bir işaret bırakırım. Bu, duvarlardan birine, kurşunkalemle karaladığım, minik ve belli belirsiz bir harf olabilir; -ya da başka bir işaret! Ertesi yıl, yine o odaya geldiğimde, ilk işim, o işaretin orada durup durmadığına bakmak olur."

Yazımı bitirmeden, Ali Çolak'ın işaretlerine de dikkat etmenizi öneririm. Gerek kendi kitapları, gerekse işaret ettiği kitapları her zaman alıp okurum. Tam "yerimden" vurur. Eğer siz de aynı yerlerdeyseniz, mutlaka buluşuruz kelimelerde. Mühim olan da gönül birliği değil midir?

Çok derin, çok hüzünlü bir yolculuk bu deneme. Mutlaka deneyin, mahcup olmayacağıma eminim.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler