Hû Dönüşü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hû Dönüşü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Eylül 2014 Perşembe

Hû: Dönüşü daima kendine yap

Şair Hüseyin Akın'ın bu yıl Ülke Kitap'tan bir toplu şiir (Sevmek, Karanfil ve Kiraz), üç de deneme (Kaybolmak İçin Nereye Gitmeli, Yalan Dünyanın Yanlış İşleri, Hû Dönüşü) kitabı yayımlandı. Bir nevi Türk edebiyatının şiir alanına mitralyözle, deneme alanına mayınlar döşeyerek yeniden girmiş oldu şair. Neden mayınlar döşeyerek? Deneme denen arazide atılacak her adım bir risktir. Biz Türkler buna risk yerine rızk mı demeliyiz? Evet, demeliyiz. Rızkı aramanın peşine önce şiirle düşen Hüseyin Akın, Hû Dönüşü'nde mayınlarını modern hayat üzerine kuruyor. Modern hayatın her cilvesini birer mayınla havaya uçuruyor. Uçuşanlar da genellikle din, muhafazakarlık ve kültür tohumlarıyla yeniden toprağa serpiliyor. Okuyucuya düşen ise okuduklarını birer tohum kabul ederek toprağa serpilmesinde rol almak, sabretmek ve güçlenmek. Sonrası ise başta söylenene ulaştıracaktır; rızka.

Ben Hüseyin Akın'ın deneme kitaplarını okumaya şöyle başlıyorum: konu başlıklarını içindekiler bölümünden peş peşe okuyorum. Sonra tahayyül edebileceğim şeyleri sıralıyorum. Neler geldi aklıma? Ezanı kötü okuyan müezzinler, insanların sürekli mazeret üreten bir fabrika haline dönüşmesi, hidayeti takunyada ve takkede aramak, camiye iki bin liralık iki ayrı akıllı telefonla girmek, sabah işe başlamadan evvel mesai arkadaşına hal hatır sormamak, gösteriş budalalığı, insanın gördükleriyle bildiklerini birbirine karıştırması, alaycılık ile mizahın arasındaki çizgi, ciddiyetle tebessüm arasındaki dostluk, inanç ve iman arasındaki kuvvetli bağ. Hatta şöyle özetlemek isterim ki Hûd Suresi'nin 112. ayetinde bize "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" diye meal edilenin aslında "Emrolunduğun gibi istikamet üzere ol" hakikatine Hû Dönüşü farklı bir yolla tevcih etmemiz gerektiğini anlatıyor. Yine ve yine: görmek isteyene. Görmek de bu tip hususlarda kesinlikle gönülle olan bir eylemdir.

"Özeleştiri niteliğinde bir kitap. Herkesin 'U dönüşü' yaptığı bir dünyada insanları Mevlânâ misali Hu dönüşüne davet ediyorum. Hidayet yazıları da diyebilirsiniz buna. Biraz ironik çokça hüzünlü yazılardan oluşuyor. Sosyal meselelere edebi bir kıvamla yaklaşmanın örnekleri. Sosyal ve dini mevzuları şiirle düşünmek nasıl bir şey onu ortaya koymaya çalıştım. Kısacası 'Hu dönüşü', dönüşü olan bir kitap. Dönüp dolaşıp okumak gerek." (Röportaj: Vecd gerek bize, vicdan gerek, 16 Nisan 2014)

İnsanın şerefinin, hayvanlardan ayrıldığı noktada olduğunu keşfetmek için söze bakmak gerekiyor. Yani ağza. İnsanın dili acaba kalbinin titreşimlerini mi ahenkle aktarıyor yoksa beynindeki hırs kalıplarını mı tezgaha döküyor. İlkinden yana olanların tercihi, şüphesiz ki tilki olmamaktır. Çünkü tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer, kürkçü dükkanıdır. İnsanın ise dönüp dolaşıp geleceği yer yine kendidir, kalbidir, gönül istikametidir.

"Ahlaklı olmanın imkânları büsbütün elimizden alınmadan, başkasına gittiğimiz kadar kendimize gelelim." (Ahlâk vardır ve birdir, Hû Dönüşü, sf.33)

"Her türlü elbise insan nefsinin fırtınalarıyla savrulur ya da açılır; sadece takva elbisesidir sımsıkı sarıp insanı kendine iade eden." (Tepmeli tepki, Hû Dönüşü, sf.73)

Malum, Ramazan ayını geride bıraktık. Bu ayı bir "Yorulmama ayı" hödüklüğü ve "Nerede o eski ramazanlar?" berduşluğu ile geçirmemek adına da Hüseyin Akın'ın çok sade, güçlü ve derin anlamlı cümleleri var:

"Huylu huyundan vazgeçer mi? Evet, geçer. Ramazan ayı tam da bunun içindir. Karaktere yapışan tozları silkeler."

"Ramazan ve oruç, alışkanlıklarımızı terbiye eder. Geri çekilmeyi öğretir. Kurulu insanın ayarlarını değiştirir." 


Hû Dönüşü, Hüseyin Akın’ın denemeleri arasında geldiği, döndüğü son nokta. Şair nereye geldi yahut döndü? Kendine. Kendimize gelmemiz için u değil, hû dönüşü yapmamız gerektiğini anlatan bu deneme kitabı, neyi kaybettiğimizi hatırlamamız için tekrar tekrar denememiz ve düşünmemiz gereken fikirlerle dolu.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
* Bu yazı daha önce Dergâh dergisinin 294. sayısında yayımlanmıştır.