Aldous Huxley etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aldous Huxley etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mart 2018 Pazartesi

İnsan Gibi ya da Cesur Yeni Dünya

Toplumda yatay ve dikey bölümlenmeler zorunludur. Toplumu oluşturan “insan” için ise zorunlulukların başında Nurettin Topçu’nun Var Olmak’da felsefesini ortaya koyduğu üzere hareket etmek gelir. Hırsları, arzuları, kayıpları, kazanımları hülasa bütün duygu düşüncesi ile “insan” toplumdaki bu yatay ve dikey bölümlerde hareket eder. Hareketin yukarı yönlü olma eğilimi iktidarı elinde tutanlar için gücün paylaşılması manasına gelir. Muktedirler için idealize edilmiş tolum yatay ve dikey çizgilerinin kalınca çizildiği yani geçirgenliğin -hareketin- en aza indirildiği mümkünse topyekûn ortadan kaldırıldığı modeldir. Bu modelde özellikle dikey hareketliliğe neden olacak etkenler ortadan kaldırılmalı, herkes çekmecesinde kilitli kalmaktan memnun olmalıdır. Aldous Huxley önsözünde “ Gerçekten etkili totaliter devlet, siyasi patronların ve onların yönetici ordularının tüm güçleri kendisinde toplayan hükümetinin, kölelerden oluşan nüfusu köleler köleliklerini sevdikleri için zor kullanmadan kontrol ettikleri devlettir” diyerek Cesur Yeni Dünya’nın üyelerine müreffeh bir yaşamı nasıl sağlayacağının ipuçlarını verir.

Cesur Yeni Dünya’nın üyeleri sabit kılınmış kişilik ve toplumsal konumlarını öncelikle biyolojik/genetik mühendisliğe ve tekrarlı şartlandırma seanslarına borçludur. Çocuklar normal yollardan doğmak yerine “Bokanovski” adı verilen bir çeşit klonlama/çoğaltma yöntemi ile tüplerde standardize olarak üretilir sonrasında ise tekrarlanan telkinler ile şartlandırılarak bu dünyanın üyeleri haline getirilirler. Tüplere çeşitli kimyasal uygulamalar sonucu alfa, beta, epsilon gibi türleri elde edilen ve binlerce tekrarlarla kaçınılmaz toplumsal yargılarını sevmeye şartlandırılan bu “insan gibi” varlıklar toplum içinde yer bulduklarında düzenin istikrarını bozmasınlar diye de bir dizi önlem alınmıştır. Çünkü “insan gibi” de olsa bu üyeler hala biraz yargılama, arzulama ve karar verme yetisine sahiptir. “Soma” denen “Hıristiyanlık ve alkolün bütün avantajlarına sahip ama yan etkisi olamayan” bir çeşit uyuşturucu bu yetilerin insanı mutsuz etmesine izin vermez. Tüm bu şartlardan bağımsız olarak birde “Ayrık bölge” diye adlandırılan hastalıklar, batıl inançlar ve ilkellik ile çevrili bir alternatif dünya mevcuttur. Yazar yine kitabın önsözünde kahramanlarını bu hangisi daha kötü diye karar verilemeyen iki dünya arasında seçim yapmaya zorlanmasının kusur olduğunu belirterek bir üçüncü ihtimalin seçenekler arasında olmamasından dolayı özeleştiride bulunur.

Cesur Yeni Dünya’nın en önemli sloganı istikrardır. Mezdek inancının “bütün paranın ve kadınların ortak kullanımı” prensibine benzer bir şekilde burada cinsel olarak herkes herkese aittir. Anne, baba, aile, hamilelik, namus, akrabalık gibi kavramlar müstehcen olarak kabul ettirilmekte ve bu sayede klon üretiminin devamlılığı sağlanmaktadır. Sürekli tüketime özendirme ekonomik istikrar için gereklidir. (Bu bölümler Keynes’in ekonomik modelinin bir eleştirisi olarak da okunabilir). Yalnız kalmak başta olmak üzere insanı mutsuz ederek istikrarı bozabilecek bütün olumsuzluklar ortadan kaldırılmaya çalışılır. Bedenler de istikrarını korur, yaşlanma söz konusu değildir.

Hikâyenin kırılma noktası Ayrık bölgede normal yollarla dünyaya gelen Vahşi John’un Cesur Yeni Dünya’ya ayak basması ile başlar. Vahşi John genel olarak bu “insan gibi” varlıkların sahte mutluluklar üzerine kurulmuş hayatlarına mana veremez. Özel olarak ise Cesur Yeni Dünya’nın bir üyesi olan, derin hisler beslediği Lenina isimli karakterin kendi duygularına karşılık ancak tiksindirici bulduğu cinsel arzularla karşılık vermesini kabullenemez. Onları özgürleştirmek ister ama pek tabi başarılı olamayarak “romantik” bir münzeviliğin içerisinde kendisini bulur. Çünkü toplum kendisine benzetir bu mümkün olmadığında ise ötekileştirir.

1997’de Dolly ismi verilen koyunun klonlanmasından sonra bugün bilim insanları artık bir insanın klonlanabileceğine dair bütün deneyime sahip olduklarını söylüyorlar. Genetik zenginleştirme yada eliminasyon ile ırk özelliklerinin iyileştirileceği en azından kalıtsal hastalıkların ortadan kaldırılmasının önündeki tek engelin etiğinin hala bu konularda ki itidalli tutumu. Genetik bilimindeki bu gelişmelerle beraber günümüzde insanların mutlu olabilmek adına nelere bağımlı hale geldiklerini görüyoruz. Günümüzde şartlandırma ise Huxley’in deyişiyle “propaganda bakanlıkları, gazete yayıncıları ve okul öğretmenlerine verilmiş bir görevdir.”.  1932’de kaleme alınan eser şüphesiz ki bu veçhelerden bakıldığında zamanın ötesini iyi okumuştur. Cesur Yeni Dünya; olay örgüsü, mekân, zaman veya karakterler açısından birçok övgüye layıktır ama belki de en çarpıcı tarafı başlangıç cümlesidir. “Sadece otuz dört katlı yerden bitme gri bir bina.”. Evet! Cesur Yeni Dünya için sadece otuz dört katlı yerden bitme gri bir bina...

Taha Selçuk
twitter.com/ecztaha

25 Ekim 2012 Perşembe

Daha fazlasını görmek mümkün

Eğer algı kapıları temizlenseydi
Her şey insana, olduğu gibi
Görünürdü: Sonsuz.”
- William Blake

Gördüğümüz şeyler gerçekten var olan şeyler mi, yoksa bizim algıladıklarımızdan mı ibaret her şey? Eğer her şey bizim algımıza bağlıysa algı kapılarımızın sınırları nerede başlar, nerede biter? Aldous Huxley bu soruyu meskalin isimli bir uyuşturucunun kobayı olarak yanıtlıyor. Meskalini aldıktan sonra yaşadığı tecrübeyi o zaman dilimi içinde yapılan ses kaydından da faydalanarak okuyucularına aktarıyor. Gördüğü şeylerin ne kadar çarpıcı olduklarını, sandalyenin ayağının, pantolonunun kıvrımının o an bütün insan ilişkilerinden ve hırslardan daha önemli olduğunu anlatıyor. Öyle ki insanın algısı o denli açık olsa gözünün önündeki şeylerin güzelliğinden dehşete kapılacağını ve hayatına devam etmek için gerekli ilişkilerini yürütemeyeceğini iddia ediyor. Bu iddiasını da deney sırasında götürüldüğü yerde baktığı kitaplar ve resimlerle ilgili algısının gösterdikleriyle destekliyor. Böyle ilginç bir deneye şahit olmak bir yana algının sandığımızdan da dar olduğunu ama mistik veya kimyasal yollarla ötesine geçmenin mümkün olduğunu da anlatıyor yazar. Büyük bilince dönüşün sınırlarımız dahilinde olabileceğinden bahsediyor.
            
Kitabın ikinci kısmı olan “Cennet ve Cehennem” bölümünde çok basit bir soru sorarak başlıyor Huxley: “Neden bütün cennetler mücevherlerle doludur?” Düşündüğümüz zaman Hristiyanlık ve İslamiyet başta olmak üzere tüm cennetlerde değerli taşların bulunduğu, hatta oradaki herhangi bir taşın buradaki her türlü taştan daha değerli olduğu söylenir. Bunun nedeni algı kapılarımızın ışıkla açılması. Işık ve parıltı insan zihni için öteki dünyaya geçişin bir yolu. Bu nedenle bir dönem hipnoz da parıltılı taşlarla yapılmıştır. Hatta bir dönem ışıltılı havai fişek gösterileriyle milletlerin bilinçaltına fikirler kazınmaya bile çalışılmıştır. Aslında tiyatrodaki ışık kullanımının nedeni de bu “öteki dünya” eğiliminden başka bir şey değildir. İster mistik düşüncelere inanın, ister inanmayın sadece birkaç saniye şunu düşünün: "Her dinde ölümden sonra bir öteki dünya fikrinin olması sadece bir tesadüf olabilir mi?" 
           
Bilimle ve edebiyatla iç içe yetişmiş Aldous Huxley’nin Algı Kapıları kitabı sadece naçizane bir önerim değil, insan zihnini görmek, mistik düşüncelerin özündekini anlamak için hayatınızın bir döneminde muhakkak zaman ayırmanız gereken bir kitap.

Ümran Kio