Ahmet Kırkavak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Kırkavak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2017 Perşembe

Ses getiren öyküler

Türk edebiyatında yeni öykücüler ve romancılar ile bolca tanıştığımız bir yıl geride kalıyor. Bu isimlerin kimileri genç, yani ilk kitaplarını ortaya koydular. Kimileri ise olgunluk döneminde, dergi kökenli yahut senaryo-film çalışmaları sebebiyle kitaplarını geç yayınlama imkânı buldular. Her ikisi de okuyucu için umut verici, kamçılayıcı. Bize yeni tanışıklıklar lâzım, yeni heyecanlar ve yeni dirilişler. Farklı boyutlardan bakan yeni yüzler, sesler, kelimeler. Ancak elbette bu yeniliğin ardında yazarın özgünlüğünü görmeyi istemek de hakkımız. Bu arayışlarımız bize yaşam gücü katıyor.

Ahmet Kırkavak, "Özgürlük Şarkısı" adlı öyküsünü 2015’te Türkiye Hikâyelerini Anlatıyor projesi kapsamında Açık Radyo’da seslendirmiş bir isim. Uzun metraj ve kısa metraj film ödülleri var. Yani bilinen bir isim aslında. İthaki Yayınları kitabını Kasım 2017'de neşretti. "Kısa Yazmaya Çalıştığım Öyküler" altbaşlığını taşıyor. "Yazarından Kitabın Müzik Listesi" ile biten kitabın "Ödünçleme ve Teşekkür" bölümü ilginç. Burada yazar, "Başlangıç" ve "Zamanın O Belirsiz Çağrısı" öykülerinde Borges'ten ne derece etkilendiğini açıklığa kavuşturuyor. Takdir elbette okuyucunun.

"Okur hem dünyada hem de hayatta yolculuk eden gezgindir" der Alberto ManguelGezgin, Kule ve Kitapkurdu adlı eserinde. Bu gezginlik hâlini yazarın, okuyucuya yansıttığı görsel dünyası zenginleştirir muhakkak. Ama bir de müzik olmalı kimi okuyucu için. Şahsen müzik arıyorum okuduklarımda. Hem cümlelerdeki ahenk anlamında hem de hikâyenin içinde yer almış bir şarkı anlamında. Kırkavak belli ki şarkılarla yaşayan biri ve öykülerinde de bu tip karakterleri kurguluyor. Mesela kitabın ikinci öyküsü olan Aşk'ta hayatı son derece rutin giden bir muhasebecinin kemana olan aşkını görüyoruz. Aslında onu kemana aşık eden de başka bir kemancı. Hatta onun sahnedeki ahengi. Öykü aynı zamanda Mendelssohn, Bach, Paganini, Mozart gibi isimlerin bazı eserlerini hatırlatıyor ve hatta dinleme iştahı veriyor. Öyküdeki karakterin nota öğrenmeyi aklından bile geçirmemesi, kendini tamamen duyduklarına vermesi, özünü keşfetme gayreti gerçek bir sanat aşkını izah ediyor: "Her akşam daha önce hissettiği sorunlu bölümleri çalışıyor ve en sonunda bölümü baştan sona çalıyordu. Ve bir gübn kendisini de tatmin edecek biçimde bölümü baştan sona çaldı. Bitirdiğinde daha önce keman çalışını sürekli gözlemlediği aynanın önünde kendisindeki değişimin farkına vardı. Bir düşten uyanmış gibiydi. Kendi kendine yaşayan muhasebeciden çok daha farklı biriyle karşı karşıya olduğunu görerek kendini inceledi. Evet, tümüyle farklıydı. Çekmeceden yedi yıl önceki konser programını çıkarıp solistin fotoğrafına baktı, gülümsedi." [sf. 18]

Yeşil Panjurlu Ev öyküsünde senaryo konusundaki becerisini konuşturmuş Kırkavak. Bu kısa öykü, biraz nostalji kokan ama cesur, her bölümünde dallanıp budaklanması mümkün bir dizi gibi. Burada Yıldız Tilbe'nin İki Kadın Bir Adam'ına benzer, hikâyesi olan bir şarkı gerekiyordu gibi geldi bana. Güzel bir fon müziği olabilirdi öyküye, yakışırdı. Bu elbette tercih meselesi ama bazen okuyucu bir şey arıyor, tamamlayıcı bir şey. Fotoğraf da olabilir...

Askerlik anıları, ilk sevdalanmalar, yollar... Ahmet Kırkavak'ın öykülerinde müzik kadar yollar da geniş bir yer kaplıyor. Bazen trenleri bazen de rayları konuşturan Kırkavak, Demiryolu Hikâyecisi öyküsüne Oğuz Atay'ı saygı ve sevgiyle anarak, "affına sığınarak" başlıyor. Yine sinematografik bir öykü.

Trenin anlattıklarıdır: "Nedense sevince değil hüzne, kavuşturmaktan çok ayrılığa yakıştırılırız. Sevgililer, asker anaları, gurbete düşenler düşmandır bize. Adımızı "kara tren"e çıkardılar. Çok beddua ve kahır yollanmıştır arkamızdan. Zamanla yavaşlayıp, yavaşlığımızla dile düştüysek bu ilenmelerin de payı vardır." [sf. 84-84]

Lokomotifin de anlatacakları vardır: "Gitmediğim köşe bucak kalmadı bu memlekette. İstasyonlarını, köprülerini, tünellerini, su depolarını, makaslarını üzerlerine sindirdiğim kokudan tanırım. Devamlı yük, yolcu, araba, odun, kömür, kahır, keder, halı-heybe, denk, hayal, hayal kırıklığı, sığır, eşek, bavul, çuval, umut, sevinç, horoz, bohça, maden, sevda, hınç, gaste, kütük, kaçamak bakış, öğrenci, kasket, ihanet, hasret, simit, elma, gurur, sepet, küspe, patates, kiraz taşıdım. Artık yoruldum, takatim kalmadı. İçimde biteviye yanan ateş sönmeye yüz tuttu." [sf. 85]

Kitabın sonundaki müzik listesinden bahsetmeyeceğim, gerçekten özel seçilmiş eserler var. Hani öyle okurken dinleme gibi bir klişeden bahsetmiyorum. Okuduktan sonra dinleyin, dinlenin. Zaten öyküler de öyle; sade, hafif, ahenkli...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf