Çin İmparatoru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çin İmparatoru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ekim 2018 Perşembe

Çin'e gidemeyen Çin imparatoru

Alman Edebiyatı’nın son dönemdeki önemli yazarlarından olan Tilman Rammstedt’in dilimize çevrilen tek kitabı Çin İmparatoru, geçtiğimiz Ekim 2017'de, Dedalus Kitap etiketiyle yayımlandı. Alanında önemli bir yazar olan Rammstedt’in, Çin İmparatoru kitabıyla, Almanca yazılmış eserlere verilen Ingeborg Bachmann Ödülü'nü de aldığını söylememiz gerekir.

182 sayfalık kitaba aslında bir novella da diyebiliriz. Zira içinde bir tane ana olayın geçtiği kitabın fazla dal budak salmadan sona ermesi, uzun hikâye tadı da verebiliyor okura. Kanaatimce romandan ziyade novella demek daha doğru bir ibare olacaktır.

Bazı kitaplar konularının farklılığıyla, bazıları ise sıradan konuları işleyiş tarzıyla diğer kitaplardan ayrılırlar. Ben Çin İmparatoru'nu, farklı bir konuyu işlediğinden dolayı dikkate değer buluyorum.

İlişkiler bazında klâsik bir Avrupa ailesine sahip olan Keith, kardeşleri ve dedesiyle yaşamaktadır. Dedelerine bir sürpriz yapmak isteyen torunları, ona, nereye gideceğini kendisinin seçeceği bir gezi hediye ederler. Keith’in dedesi Çin diye tutturunca hikâye başlar. Diğer kardeşler bu gezide dedelerine refakat edecek kişi olarak da Keith’i seçince, kitap boyunca Keith ve dedesi ekseninde başlayan ve adım adım gelişen bir hikâye karşımıza çıkar. Fakat ilginç olan şudur ki, Keith, dedesiyle gitmesi için gerekli olan parayı kumarda kaybeder ve dedesini tek başına Çin’e gönderir. Kendisi de bu süre zarfında, kardeşlerinin yaşadığı evin hemen karşısındaki kendi küçük evinde, bir masanın altında saklanır. Daha ilk sayfada bu durumdan şöyle bahseder Keith: “On gündür neredeyse bütün hikâye çalışma masasının altında dönüyordu. Sağa sola emekleyerek gidiyor, odanın yalnızca dışarıdan görünmeyen bölümlerinde hareket ediyordum. Dizlerime bulaşık süngerleri bağlamıştım. Çalışma masasının altında uyuyor, kendime orada sandviç hazırlıyordum. Masanın alt yüzüne yıldızlı bir gökyüzü çizmiştim ve Çin’den dönmem için inandırıcı bir süre olan iki haftanın geçmesini bekliyordum ki sonra da açıklanabilecek ne varsa bir şekilde açıklayabileyim.

Fakat ölümsüz olmaya çalışan ve belki de ölümün ona uğramayı unutabileceğini düşünen dedesi, henüz yoldayken, Çin’e gidemeden ölür. Dedesinin cesedini teşhis etmesi için morga çağrılan Keith, bundan sonra kendisiyle bir savaşa başlar. Sığındığı masanın altında durup oyuna devam etmek ya da saklanmayı bırakıp dedesinin ölüsünü teşhise gitmek. Fakat sonunda oyundan vazgeçer ve dedesini teşhis etmek için morga gider.

Çin İmparatoru olayların belli bir kronolojiyle ilerlemediği, hatta karma bir şekilde dizildiği bir kitap. Fakat Tilman Rammstedt, bu durumun içinden başarılı bir şekilde sıyrılmış. Keith'in bakış açısından anlatılan kitapta herhangi bir karışıklık sezmiyor okur. Geri dönüş tekniğinin kullanılarak, Keith'in dedesiyle olan ilişkisinin ne durumda olduğunu, aralarının eskiden beri nasıl olduğunu da öğrenebiliyoruz. Hatta kardeşler de kısmen yer buluyor geri dönülen anlarda. Ayrıca anlatıma katılan, Keith’in kardeşlerine sanki Çin’deymiş gibi yazdığı fakat göndermediği, tamamen Keith tatafından kurgulanan mektuplar, kitabın büyük bir bölümünü kaplıyor. Bu mektuplar sayesinde, Keith ve dedesi sanki Çin’deymiş gibi ayrıntılı birçok şeyi okura aksettiriyor yazar. Kitabın sonunda Çin’e dair anlatılanlarda gerçeğe uygun olan her şeyin Lonely Planet Çin gezi rehberinden alındığının da notu düşülmüş.

Yazar, kitapta karakter incelemelerinde biraz eksik kalmış diyebilirim. En başarılı ve ayrıntılı olarak Keith’in dedesinin profilini çizmiş. 'Fırlama' bir dede olarak yansıttığı bu karakterin davranışlarını gözümüzün önünde canlandırmak hiç zor olmuyor; fakat Keith’in hangisinin gerçek hangisinin üvey olduğunu bilmediği kardeşlerini neredeyse hiç tanıtmamış okura. Aslında kardeşler üzerinden de bir konu açılsaydı, kitap hacim ve konu olarak biraz daha genişlemekle birlikte daha başarılı bir noktaya gidebilirdi. O zaman tam olarak bir roman denebilirdi Çin İmparatoru'na.

Tilman Rammstedt, dede karakterinden başka, Keith’in de duygusal yönden gelgitlerini ve iç düşüncelerini başarılı bir şekilde yansıtmış diyebilirim. Öyle ki bir dede-torun ilişkisini olumlu ve olumsuz anlamlarda görebiliyoruz. Bu ilişkinin içinde, dedesinden uzak kalmaya çalışan; fakat bazen duygusal bir şekilde dedesine yaklaşan, hatta onun ölümünü öğrendikten sonra dedesi hakkında en olumlu duyguları hissetmeye başlayan Keith’in psikolojisinin çizdiği çerçeve son derece başarılı oluşturulmuş yazar tarafından. Bir kimseyi sağlığında çok önemsemezken öldükten sonra değerini anlama durumunu eserine aktarması çok başarılı Rammstedt’in. Keith başlarda dedesi için “…en azından dedemle, daha yakından bakacak olursak onunla hiçbir yere gitmek istemiyordum, hiçbir dağa, hiçbir sahile, hiçbir çöle, hiçbir müzeye, hiçbir kaplıcaya” dediği hâlde, sonrasında dedesini morgda teşhis ederken “…gözlerimi kapamamalı, inlememeli, bağırmamalı ya da hıçkırmamalıydım, çok uzun da bakamazdım, oysa uzun uzun bakmak istiyordum, en az bir saat bakmak, hiçbir şeyi kaçırmamak, her şeyi hafızama kazımak istiyordum. Dedemin cildindeki her lekeyi, her kırışıklığı, saçının her bir telini.” deme safhasına gelmesi aradaki duygu farkını net şekilde okura gösteriyor.

Suçluluk duygusunun -Keith’in dedesiyle Çin’e gitmemesi- başarılı bir şekilde işlendiği kitapta yazar, belki de böyle bir eserde karşımıza çıkacağını ummayacağımız şekilde mizahi unsurlar kullanmış. Özellikle dede karakterinin mizahi tarafı oldukça yüksek tutulmuş. Bu da okurun ara ara da olsa gülümsemesine yol açacaktır. Son olarak çeviriye de değinmek gerekir diye düşünüyorum. Son olarak değiniyor olmam, çeviri işinin önemsizliğine değil, aksine, önemine binaen yaptığım bir şeydir. Arada kaynayıp gitmesin istedim. Çevirmen Esen Tezel’in yaptığı işi son derece başarılı buldum. Okumayı kolaylaştırmasının yanında, birkaç yerde bizim kültürümüzle ilgili motifler de kullanması hiç sırıtmamış. Tersine, zaten sade bir üslûpla yazılan kitabın okunuşunu daha da kolaylaştırmış.

Türkçeye, özellikle son birkaç yıldır bazı yayınevleri, farklı farklı ülkelerin edebiyatlarından çok başarılı ve güncel çeviri romanlar, hikâyeler kazandırıyor. Dedalus da bunlardan biri. Çin İmparatoru eksikleriyle beraber başarılı bir eser. Yazarının da genç olması, daha da başarılı eserlerin yazılabilmesi için bir umut bence. Bekleyelim, görelim.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10