6 Ağustos 2019 Salı

Geçmişle gelecek arasında

Edebiyatın ve sinemanın en ilgi çekici mekânlarından biri akıl hastaneleri olmuştur. ‘Normal’ insanların nezdinde buralar, dışarıdan herhangi bir şekilde bilinmeyen, yüksek duvarlı, içeride hastalara ne yapıldığı sır gibi saklanan mekânlar olduğu için, bu tür yapılar hakkındaki merak duygusu hep yüksektir. Çünkü bilinmeyen, gizlenen merak edilir. Bilinmeyen, gizlenen fısıltılı konuşmalara neden olur. Efsanelere, olağanüstü ögelere gebedir bilinmeyen.

Bize, bu gizlenen duvarlar arasından sesleniyor bu kez Nermin Yıldırım. Bir akıl hastanesinden, buraya ne sebeple kapatıldığını bilmeyen bir ‘hasta’nın -Esin’in- ve bu hastalara refakat eden hemşirelerden Rikkat’in gözünden sesleniyor. Tek bir yerden değil, hem parmaklıkların içinden hem de parmaklıkların dışından bir bakış açısı getirerek okura çift yönlü bir okuma imkânı sunuyor diyebiliriz.

Rikkat ve Esin romanın iki başkahramanı. Başka karakterler de romanda etkin oluyor. Fakat; Canan, Adalı Yakup ve Rikkat’in ölmüş annesi dahi romanda hatırı sayılır yer bulsa da, Nermin Yıldırım iki karakter üzerinden ana hatlarını belirliyor romanının. Esin, henüz yirmilerinin başında, akıl hastanesine kapatılmış bir hastayken Rikkat altmışında, yalnız yaşayan, işinden başka hiçbir meşguliyeti olmayan bir hemşire olarak tasvir ediliyor kitapta. Bir ‘Abla’ olarak. Zaten hastaneye ‘Ev’, erkek çalışanlara ‘Abi’, başhekime ‘Baba’, hastalara da ‘Misafir’ olarak hitap ediliyor burada tuhaf bir şekilde. Hatta kesin emir şeklinde uygulanıyor bu durum.

‘Ev’ kısmıyla başlıyor kitap. İlk anlatım hakkını Esin’e veriyor yazar, o da yaşadığı yeri ve oradakileri hem tanımaya hem de tanıtmaya çalışıyor: Sustuğu konuştuğundan ağır tutan, konuşsa bile birbirini pek anlamayan, kendi isteği dışında bir araya gelmiş uyumsuz bir kalabalığız.

Kitap, sonuna kadar bir bölüm Esin’in bir bölüm Rikkat Hanım’ın bakış açısından ve ‘ben’ diliyle anlatılıyor. Bu ikilinin zaman zaman birbirlerinin bölümlerine ‘misafir’ olduklarını da görüyoruz. Bu misafirlikte karşısındakini etkileyen daha çok Esin oluyor. Fakat Rikkat Hanım’ın Esin’in hayatını en temel bir şekilde etkilemesi, bunu çok da bilinçli yapmaması kitabın sonuna da etki ediyor. ‘Spoiler’ vermemeye dikkat ederek söyleyecek olursak, bir bakıma hayatını kurtarıyor Esin’in ve bunu okur sonlara doğru net bir şekilde öğreniyor. Çünkü Rikkat Hanım, onu hiç doğmamış çocuğu yerine koyuyor adeta.

Hikâye, ilk kısımlarda naif bir şekilde ilerliyor. Başlarda hikâyedeki en çok merak edilen unsur Esin’in ‘Ev’e niye düştüğünü hatırlayıp hatırlayamayacağıyken, sonraları yazar birkaç dış unsurla merak duygusunu körüklemeye çalışmış. Bazı unsurlar yapay dursa da romana bir hız da katmış diyebiliriz. Çünkü başından sonuna, 329 sayfa, bir hastanın ve bir hemşirenin kendi psikolojilerini ve geçmişlerini temel alan iç konuşmalar okumak okurun sıkılmasına neden olabilirdi.

Aslında sert bir kitap Misafir. Çünkü iki başkarakterin ikisi de ‘kaybeden’ rolünde olduğu için psikolojileri de bu minvalde akıyor. Fakat Nermin Yıldırım iki karakteri de okura sevdirmek için çaba sarf etmiş. Hem Esin hem Rikkat Hanım çevremizde çok rahat görebileceğimiz tipler ve yazar da karakterleri iyi işlediği için gerçeklik sorununu aşmış. Burada soracağımız soru şu olabilir: Hastane sahnelerinin gerçekliği ne durumda? Yazar, burada biraz eksik kalmış diyebilirim. Evet, hastaneye ‘Ev’ denilmesini isteyen bir yönetim var ve bu, koşulları iyi tutmanın bir adımı olabilir ama çok yumuşak ve dolaylı bir şiddet anlatımına gitmeyi tercih etmiş yazar. Daha çok karakterlere odaklanmış diyebilirim.

Bir hesaplaşma romanı Misafir. İki karakterin de kendiyle hesaplaşması ya da savaşması. Biri –Rikkat Hanım- geçmişte kaçtığı her şeyle, öldükten sonra salonuna ‘misafir’ olan annesinin ruhu sayesinde bir hesaplaşmaya giriyor ve buradan kazanıp çıkıyor. Altmışında da olsa bırakmıyor hayatla ve geçmişle ve savaşmayı. Diğeri –Esin- belki hayatta çok şey görmese de gördüğü kısımlarla ve görmediği geleceğiyle ilgili bir savaşa giriyor. Hafızasını da alıyor karşısına. Hatırlamaya çalıştıkları da romanın ayrı bir kısmını oluşturuyor. Bu noktada ufak bir eleştiri getirmek mümkün. Esin’in annesi kim? Yani bir annesi var, Esin onu hatırlamaya çalışıyor, tıpkı hastaneye niye düştüğünü hatırlamaya çalıştığı gibi. Ama anne sadece Esin’in bölük pörçük hafızasında var. Evet, bir gizem oluşturmuş yazar bu kısımla ilgili ama en azından kitabın sonunda anne karakterine bir değinilse daha başarılı olabilirdi.

Bu tür kitaplarda, yani ikili anlatımın kullanıldığı, farklı farklı karakterlerin bakış açısından anlatılmaya çalışılan kitaplarda dikkat edilecek en önemli hususlardan biri, yazarın karakterlerin iç seslerini ve diyaloglarını o karakterin ruhuna büründürüp büründüremediğidir. Yani, yirmi yaşında ve hastanede hasta olarak bulunan bir genç kızla altmış yaşında ve hastanede hemşire olarak çalışan bir kadının ayrımını okur hissetmiyorsa, bu başarısız bir denemedir. Örneğin Orhan Pamuk da bu sebeple eleştirilir. Sanki hep aynı karakteri konuşturuyormuş gibi yazdığı düşünüldüğü için. (Katılmıyorum, o ayrı) Bu kitap için bir yerde de bu noktayla ilgili eleştiri okumuştum, bu ayrımın yapılamadığına dair. Fakat bu duruma katılmadığımı söylemek isterim. Ben okurken Esin ve Rikkat Hanım arasındaki farkı çok net hissettim. Bunu sadece kullanılan kelimelerden değil, o bölümün havasından da anlamak mümkün. Evet, yazar bazı oyunlar oynamış bu farkı gösterebilmek için. Örneğin Esin’in bölümlerinde daha günümüze yakın kelimeler, ifadeler kullanırken Rikkat Hanım’ın bölümlerinde daha eski diyebileceğimiz (handiyse, nadan vb.) kelimeler kullanmış fakat bunlara da gerek yoktu bence. Çünkü anlatım bu farkı gayet hissettiriyor.

Politik bir duruşu var yazarın. Bunu, okuru rahatsız etmeyecek şekilde güncel siyasi olaylara dokunarak belli ediyor. Fakat Esin’le ilgili, kitabın sonunu da etkileyen durum, güncel politikadan ziyade bence bir totaliter ve acımasız devlet anlayışı eleştirisi. Anlattığı gerçek olabilir mi? Elbette. Paranoya olabilir mi? Elbette. İnanıp inanmamak okura kalmış.

Misafir, Nermin Yıldırım’ın son kitabı. Hep Kitap etiketiyle yayımlandı. Hep Kitap iyi eserler neşrediyor. Özellikle Nermin Yıldırım’ı zamanında Doğan Kitap’tan transfer etmesiyle kalitesini daha da artırdı. Takip edilmeye değer bir yayınevi olduğunu düşünüyorum.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

1 yorum:

  1. Nermin Yıldırım'ın kalemini daha önce hiç okumadım. Bu yazınızdan sonra en yakın zamanda okuyacağım, merak uyandırdı. Ben de blogumda kitap incelemeleri,alıntılarımı ve karalamalarımı paylaşıyorum. Dilerseniz göz atabilirsiniz.

    https://www.kafadefterim.com/

    YanıtlaSil