2 Temmuz 2019 Salı

Eksilmeyen yıpranmayan bir büyüklük

Büyük insanlar, büyük işlerin nasıl yapılacağını gösterip çekilirler dünya sahnesinden. Büyüklük dediysek anlı şanlı olmak değildir maksadımız anlaşılacağı üzere. Şahsiyet ve ömürlerini adadıkları güzel işler sebebiyle eksilmeyen yıpranmayan bir büyüklük onlarınki.

Hayatın yalancı parıltıları bu cevherleri bir avuç ehil gözden gayrısına görünmez kılmıştır. Yaşadıkları zamanlarda ekseriyetle hatırları gözetilmeyen, hatta olmadık muamelelere maruz kalmış bahsini ettiğimiz büyük adamların ne hikmetse ölümleri, fark edilmeleri için adeta yeniden bir doğuş olmuştur.

Nitekim ölüm, onların hikâyelerini tamam etmiş, meziyetleri üzerindeki perdeyi kaldırmış ve geç kalmış bir tanıma hevesinin de kapısını açmıştır.

Bundan yüz on sene evvel başlayan Osman Nuri’nin 66 yıl sürecek hikâyesi böylesi bir kadere sahip. Savaşların ve başkaca zor şahitliklerin gölgesinde geçen çocukluk yılları son derece hassas bir çocuk olmasına neden olmuş, Balkan savaşlarında iki üvey abisini kaybetmiş Erzurumlu Topçuzadelerden Ahmet Efendi’nin oğlu küçük Nurettin’in müzmin karın ağrıları onu ömür boyu terk etmemiştir.

Emin Işık hoca Nurettin Topçu’nun hayatına yakından şahitlik etmiş isimlerden. Yakın döneme dair şahitliklerini güzel üslûbu ile hoş sohbetlerinde zaman zaman anlatan Emin Işık hoca Nurettin Bey’e dair hatıralarını son derece samimi ve etkili bir dille sayfalara aktarmış bu sefer. "Nurettin Topçu: Çağdaş Bir Dervişin Dünyası" adıyla Dergâh Yayınları arasından çıkan bu müstesna çalışma, Nurettin Topçu’nun imrenilesi bir hassasiyet, gayret ve samimiyetle şekillenen hayatı hakkında okuyucusunu fikir sahibi yapıyor.

Nurettin Bey’in şahsiyetinin mayası, Beykoz vapurunda annesi ile yaptığı yolculukta karşılaştıkları teyzenin duası ile atılmış belli ki diyorsunuz hemen başlangıçta. Beykoz’daki Ermeni doktorun koyduğu teşhis belki onun karakterinin özeti: Mütehassis bir çocuk.

Kendi varoluşu, içinde yaşadığı toplum ve tüm insanlık adına merak ve kaygıları küçük Nurettin’i bu derece hassaslaştıran şey belki. Emin Işık hoca böylesi güzel bir çocukluk anısıyla başlıyor kitaba ve ailesinden, ilk ve orta mektep yıllarından birbirinden kıymetli anıları aktarıyor. Topçu’nun şahsiyet kodlarını çözmenize yarayan izler buluyorsunuz bu anılarda.

Savaş dönemlerinde çocuklar bile birden büyüyebiliyor. Nurettin Topçu da savaşların sebep olduğu zamansız olgunlukla erkenden büyümüş bir çocuk. Gittiği mekteplerdeki kıymetli hocaları sayesinde büyük şahsiyetleri erken yaşlarda tanımış olması da önemli elbette. Öğretmeni Nazif Bey’in ezberlettiği şiirler sayesinde Nurettin Topçu’nun Hz. Mevlana ile birlikte fikrine ve şahsiyetine tesir eden Mehmet Akif ile tanışması orta mektep yıllarına rastlar. Kitapta anlatıldığı üzere ölümüne yakın bir dönemde Mısır Apartmanı’nda kendisini ziyaret imkânı da bulmuş olan Nurettin Topçu, M. Akif’e derin bir saygı ve muhabbet duymuştur ömrü boyunca.

Vefa Lisesinde başlayıp İstanbul Erkek Lisesi’nde biten lise tahsili yıllarında birbirinden kıymetli hocaların talebesi olan Nurettin Topçu, mezun olduğu sene devletin yurt dışı bursunu kazanan 10 öğrencisi arasına girmiş ve arkasında ailesini, çok sevdiği İstanbul’u bırakarak ilim merakının peşinden gitmiştir Avrupa’ya.

Emin Işık hoca, Paris’te başlayan sonra rahatsızlıkları sebebiyle Aix şehrinde devam eden üniversite hayatına dair çok kıymetli anekdotlar aktarıyor okuyucuya. Kurulan irtibatlar, büyük tanışmalarından meşhur doktora tezinin yazılışına kadar Nurettin Topçu’nun orada kazandığı irtifa ve itibardan son derece etkileyici noktalar dikkat çekiyor. Hele hele Nurettin Topçu’nun bizde çok geç zamanlarda tercüme edilen doktora tezine yapılan taltifler ve Nurettin Topçu’nun satırlarla ifadesi zor tavrındaki yücelik hiçbir şeyle kıyas edilemez. Günümüzde yurt dışı eğitim konusunda istekli olan gençlerin Nurettin Topçu’nun meseleye yaklaşımı konusunda öğrenecekleri çok şey var.

Birçok makul ve cazip teklife ve ısrarlara rağmen ülkesine, devletine duyduğu minnet sebebiyle İstanbul’a geri dönen Nurettin Topçu için “memlekete hizmet” gayesiyle Galatasaray Lisesi’nde başlayan, çeşitli mecburi tayinlerle ezaya dönüşen ve İstanbul Erkek Lisesi’nde nihayet bulan öğretmenlik mesleği kendi ifadesiyle ibadetin bir parçası olmuştur. Emekli olduktan sonra dahi okul bahçesinden öğrencilerini izleyen bir öğretmenden bahsediyoruz.

Kitapta İstanbul’a döndükten sonra bile isteye mukaddes bir ıstıraba talip olan Nurettin Topçu’nun öğretmenlik hayatından pek çok hatıra nakledilirken onun hakkaniyete, dürüstlüğe gösterdiği titizlik hayret uyandırıyor. Mecburi sebeplerle uzun sürmeyen evlilik hayatı, Hareket dergisi macerası, dönemin siyasi atmosferi, üniversiteye alınmama sebepleri Emin Işık hocanın şahitlikleriyle anlatılıyor.

Entelektüel merakının yanında manevî arayışlar içinde olan Nurettin Topçu’nun İstanbul’a döndükten sonra Abdulaziz Bekkine ile tanışması ve aralarındaki muhabbettin saflığı ve keyfiyeti son derece ilham verici. Nurettin Topçu’nun hem tavırlarında hem de fikriyatında hiç yeri olmayan sathiliğin, dinin temsilî noktasında da kabul görmeyeceği açıktır. Nurettin Topçu, bir taraftan resmî ideolojinin çeşitli baskılarına maruz kalırken din ve dindarlık algısındaki arızalarla da bizatihi yüzleşmiştir. Türkiye’nin geleceği adına en büyük tehlikenin sözünü ettiğimiz despotluk, sathilik ve ucuzluk olduğu fikrindedir.

Nurettin Topçu’nun çocukluktan beri çektiği karın ağrıları onu son nefesine götürüyor anlaşılan. Fikir ıstırabı, hayatın türlü ezaları ve en son bu amansız hastalık Nurettin Topçu’nun bu dünyadaki yolcuğun sonuna işaret ediyor. Emin Işık hocanın Topçu’nun son günlerine dair anlattıkları kitabı acı bir hüzünle bitirmenize sebep oluyor. Ancak o dönemlerde Topçu ile araları biraz bozuk olan Necip Fazıl’ın hastaneye bir şekilde getirilip Nurettin Bey’e “Sen yiğit çocuksun! Hadi vur kapıyı gir içeri!” demesi teselli olarak yetiyor. Allah rahmet eylesin 'büyük adam'a.

Orhan Gazi Gökçe
twitter.com/OGGokce

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder