13 Mayıs 2019 Pazartesi

Kültürel dindarlığın anatomisi

Türkiye’de çok gündeme gelmeyen ama önemli şeyler söyleyen bazı isimler var. Şahıslarını geçelim söylediklerinin kıymetini bilemediğimiz isimler bunlar. Hamasete pirim vermeyen, boş lakırdı etmeyen, aklı önemseyen bu söyleme, kendinden emin bir karakterin farklı bedenlerde görünen tezahürleri diyebiliriz. Birbirinden bağımsız gibi görünen ama esasında aynı bütünün parçaları olarak birbirini tamamlayan ve kendi hâlinde akan bu mütevazı damar tarih boyunca var olmuştur. Epey çaba ister ama bir ucundan tuttuğunuzda sizi digerlerine mutlaka götürür. Gönül, daha planlı, daha istikrarlı, birbirinden beslenen, birbirini destekleyen bir entelektüel mirasın oluşturulmuş olmasını arzuluyor. Maalesef bugüne kadar bu başarılabilmiş değil. Kanımca gidişat bundan sonrası için de ümit vermiyor. Buraya bahsettiğim kişilerin bir listesini yazacak değilim. Zaten konuyla ilgili okuyucu kendince bir isim listesi oluşturmuştur. Yalnız yazının devamı gereği şahsi listemde ön sıralarda yer alan bir ismi anmak durumundayım: Celaleddin Vatandaş, disiplinlerarası çalışma imkânı bulmuş ve değerli işler çıkarmış bir akademisyen. Eserlerini dönüp dönüp tekrar okuduğum birisi.

Vahiyden Kültüre onun değerli eserlerinden sadece biri. Dolu dolu üç yüz atmış sekiz sayfadan oluşan kitap Pınar Yayınları etiketini taşıyor. Üç bölüm olarak hazırlanan çalışma kısmi akademik diliyle okuyucuyu biraz zorlayabilir lakin konuya ilgi duyan ve literatüre az çok aşina olanlar için hem keyifli hem de entelektüel anlamda kazançlı bir okuma vaad ediyor. Vatandaş bu çalışmasıyla Müslümanların tarihini kronolojik bir eleştirel okumaya tabi tutuyor.

Kitabın temel meselesi, isimden de anlaşılacağı üzere dinin, Vahiy bağlamından kopartılarak kültürel bir olgu hâline getirilmesi diyebiliriz. İslam toplumu nicel olarak arttıkça ve coğrafi olarak genişledikçe mevcut kültürlerle etkileşim içine giren Vahiy yorumu bazı değişimlere uğramıştır. Müellife göre tarihsel süreç içerisinde İslami kültürün bir parçası hâline gelmiş Vahiy, bu özelliğiyle kendini bir din olarak ortaya koymuş şekli ile Vahiy olarak bildirilen (tebliğ edilen) şekli arasında şüphesiz farklar oluşmuştur. İslami olduğu kadar İslami olmayan bu gerçeklik, Müslümanların tarihinin İslam’a izafe edilmemesi gerektiğini göstermektedir. Bu anlamda Vahiyden Kültüre bu problemi sorgulayan ve çözümler öneren değerli bir calışma.

Vahiy’den Kültür’e Geçişin Şartları ismini taşıyan ilk bölümde konu tarihi, fikri ve siyasi şartlar üzerinden değerlendiriliyor. Risalet öncesi dönemden başlayan süreç kronolojik bir akışla ele alınıyor. İslami anlayışın bilgiye yaklaşımı ve sosyal yapının bu konuya olan mesafesi en başta göze çarpıyor. İlk dönem fikri farklılıklar ve siyasi ayrışmaların sonraki dönemlere hatta günümüze nasıl etki ettiğinin analizini yapmak mümkün. En tepedeki yöneticiden en alt kademedeki görevliye ve vatandaşa kadar ruh hâlimizi, zihinsel haritamızı, sosyo-kültürel kodlarımızı önümüze seriyor. Elbette biz toplum olarak yüzleşmekten korkuyoruz, o ayrı konu.

Çalışmanın yarıdan fazlasını oluşturan ikinci bölüm Kültür İslamının Oluşum Süreci ve Temel Dinamikleri ismini taşıyor. Müellif kısaca İslami ilimlerden kelam ve fıkıh konularına değinerek oluşum süreçlerinden bahsediyor. Aynı şekilde İslam felsefesinin doğuşu, başlıca temsilcileri ve ele aldıkları konular hakkında bilgi veriyor. Buradaki değerlendirme, konuyla ilgili bilgi vermesinin yanında dönemin ilmi haraketlerinin gündelik hayatla olan ilişkisini de gösteriyor diyebiliriz. Birinci bölümde ele alınan ve iktidar denilen seçkinci sınıf siyasi ayrışmada zaten kendine yer bulmuştur. Burada bir diğer seçkinci sınıf olan ulema ile alt sınıf teba arasındaki uçurumun kendiliğinden ortaya çıktığını görüyoruz. Siyasi ve ilmi sınıf ile halk arasındaki uçurumu kapatmaya yönelik bir hareket olarak başlayan tasavvuf, müellifin ikinci bölümde kapsamlı olarak ele aldığı konulardan bir diğeri. Vatandaş, tasavvufun oluşumundan itibaren yedi asırlık geçirdiği aşamaları dinsel, kültürel, etnik etkileşimleriyle birlikte esaslı bir analize tabi tutuyor. Tasavvufun dini ve etnik etkileşimini kısaca açmak gerekirse, Yahudilik, Hıristiyanlık, Hinduizm, Mecusilik, Şamanizm inançlarının yanı sıra Hint mistisizmi, Fars kültürü, İsrailiyyat ve çok geniş bir coğrafyanın paganist ögelerini sayabiliriz. Buraya daha çok ilmi çevreler nezdinde etkileşim imkânı bulan ‘tercüme hareketleri’ni de eklemek gerekiyor sanırım. Zira Yunan felsefesi ve kültürü bu yolla Müslümanların zihni alanına girmiştir. Burada dikkat çeken önemli bir detay olarak, tasavvufla beslenen kültürel dini anlayışla birlikte yeni bir seçkinci sınıfın nasıl oluştuğudur muhakkak. Süreç sonunda dinin hayatı biçimlendirmesi gereken o canlı etkisi pasifize edilerek (örneğin içtihat kapısının kapatılması) donuk bir anlayış peyda oluyor.

Kitabın değerlendirmesi babında Sonuç kısmının da yer aldığı üçüncü bölüme Değişim Sürecinde Sosyal Hayat başlığı verilmiş. Önceki bölümlerde Müslüman kültürünü oluşturan ögeleri kapsamlı olarak ele alan müellif, bu bölümde tarihsel süreç içinde Vahiy’in kültüre dönüşümünün sosyal hayat içerisinde nasıl kanıksanır hâle geldiğine değiniyor. Sonuç itibariyle İslam toplumlarının İslami olmayan yönlerini sorgulama ihtiyacı duymadığı bir ‘dini’ (ya da kültürü) yaşamayı olağan saydığı bir gerçeklikle karşı karşıya kalıyoruz. Özü Vahiy olan ve o hâliyle tebliğ edilen din, insanların yaşam pratiği içerisinde bambaşka bir şeye dönüşüyor. Bugün hayatımızı etkileyen ve şekillendiren ne varsa tarihsel kökenlerinin buralarda olduğu şüphesiz. Celaleddin Vatandaş bu eseriyle kültürel bir aidiyete dönüştürdüğümüz dini anlayışımızın sorunlu yönlerini açığa çıkarmayı denemekle kalmıyor. Bunu kesinlikle başarıyor. Sormayan öğrenemez, en iyi ihtimalle taklit edebilir.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder