18 Nisan 2019 Perşembe

Levinas'ın metafiziği yahut varlığı ötekiyle aşmak

"Başkanın mevcudiyeti, olguların anarşik büyücülüğüne son verir."

Emmanuel Levinas (1906-1995) hakkında Özkan Gözel tarafından yapılan doktora çalışması "Varlıktan Başka: Levinas’ın Metafiziğine Giriş" adıyla Ketebe Yayıncılık tarafınca kitap olarak çıktı. Fransızca yazılan tez, Gözel tarafından Türkçeye çevrilerek kitaplaşmış.

Edmund Husserl için gittiği Almanya’da Martin Heiddegger ile tanışıp hayran olan, fakat zamanla hayranlığı eleştiriye doğru evrilen Levinas’ı, batının dikte ettiği tasavvurların dışında, söyledikleri üzerinden okumaya çalışmak lazım bu kitapta.

Heidegger için her daim, kendisinin anlatamadığından fazlasının, okuyanlarca zorla anlaşıldığını düşünenlerden olduğumdan belki; Levinas’ı batı diktesinin karşısında duran dik tavrından mülhem pek severim. Tabi yazarımız bu eleştirinin kaynağı için bir sosyal bilimciye yakışır derinlikte, Lavinas’ın eleştirisine sebep olabilecek, biyografik bir gerçeği dipnot alarak açıklamadan geçmemiş; ki kararı yine biz verelim. Fransız vatandaşı ve askeri olarak Almanlara esir düşmesi, ailesinin çoğunu bu savaşta kaybetmesinin ardından Levinas; “çoğu Alman’ı affedebiliriz. Bazı Almanları affetmek güç, Heidegger bunlardan biridir” demiştir. Sebeplerinden biri de bu olabilir belki ama derinlemesine incelendiğinde Heidegger ve Husserl’e yönettiği eleştirilerin, giderek tüm batı felsefesini kapsayacak şekilde genişlediği de bir gerçektir.

Platoncu “varlığın ötesi” fikrini benimseyen ve etiği 'iyi'ye doğru hareket olarak sunan Levinas, bu hareket bizi varlıkta bırakmaz hakiki aşkınlığa ulaştırır, onun ötesine götürür der…

Üst bir varoluşu değil daha radikal bir şeyi ifade eder, der.

Kendi varlığının üstünde olmayı” der.

Neredeyse bütün batı felsefesi varlık sorunun etkisi altındadır ki bu batı felsefesi ile sınırlıdır da denilemez. Orphik Kozmoloji’de de vardır “ilk hareket ettirici” derdi. Empodekles’in “Eros” ile anlamlı kıldığı da yine “hareket ettirici”dir. Platon, hali ile Sokrates de böyle gelir; Levinas gibi “iyiyi isteme” ideaları vardır. Farkı, onlar bunu aşk ile bütünlerler. Levinas ise etikle. Plotinus ile varlık artık daha da tinsel boyut kazanır, keza ondan etkilenen, bayrağını taşıyan İslam Filozofları, bugün sıradan bir ilahi veya türkü içerisinde duyduğumuz Yunus ya da Mahsuni Şerif dizelerinin de derdi gücü budur; varlık!

Levinas’ın ayracı; iyiyi isteme yolunda çıktığın düzlük, “senin daha iyi halin” demeye çalışmıştır bize. De dahi yazarımız da anladığımızca bu izleğin seyrindedir.

Yarım sayfa içerisinde “İhata, massedici, liyakat, izale, rağmına, müphem” kelimelerini kullanması ile içerik olarak zaten demir leblebilerden olan adamları daha da ağırlaştırması bakımından yapacağımız eleştiriyi nazarlık olarak bırakıp buraya, kitabın bölümlerine geçelim.

Birinci bölüm, varlık ve öte/ki;

Ontolojide ve varlıkla ilişkisinde Heidegger ile kurduğu bağı kopartırken Heidegger’den öncesinden de ilhamını kesen, yeni bir şeyler söylemek lazım diyen Levinas…

Varlıktan çıkmak hatta belki insanın bulantılarının kaynağı görüp kaçmak isteyen Levinas…

Tam buraya taş gibi bir tespit koyar ; “o ilk var sadece var olanın değil hiçliğin de olmadığı bir durumu ifade eder” der. Kopar gider hiçliğe yer arayan Heiddeger’den, ta ki en temelinden.

Ardından hipostaz ile anonim varlığın bağrından doğan hiçlik; değerli hocam Hilmi Yavuz’un “ben bana çivilidir; isa’yla çarmıh neyse” dizesinde çivilenir, ki böylesi tanıdık bir sanatta yer edindirme dehasından kucaklıyoruz Gözel’i.

Devamında; şimdinin özgürlüğünde acı çeken öznenin gelecek ile beslediği umud; zaman! Ölümün gizemindeki umud ile birleşmiş tüm zamanlar ve bir nevi izafiyet ve aşk…

İkinci bölüm, başkalık ve aşkınlık;

Heiddeger’den ileri ve başka, varlıktan ileri ve başka, aşktan ileri ve başka…

Bu rutinde ilerlerken kitap, Özkan’ın da belirttiği gibi “Levinas başkanın filozofudur”, başkanın çevresinde döner durur. Batı felsefesinin başat unsuru olan, 'aynı'nın emperyalizmine; onun dışsal olanı, başka olanı messetme yönelimine karşı, felsefi bir mücadeledir.

Üçüncü bölüm, etik öznellik;

Beşerin ancak öte/kine açılma demek olan etikte insanlaşabileceğini varsayan Levinas için varlıktan soyunmak dünyada yersiz olmayı gerektiriyor ki buna ontoloji pek cesaret edememiştir. Konu dışı saymak kolayına gelmiştir ya da…

Onlar öyle bir yakınlık isterler ki uzaklığa benzesin; öyle bir vuslat talep ederler ki onda ayrılık olsun” alıntısı ile İmâm-ı Rabbânî dizesine geldiğinizde senkroninin zıddı “diyakroni” kavramını daha yerinde anlamlandırabilmek, yazarın çerçeve çizmesindeki çapraz dehasından diyebiliriz. Kitap içerisindeki, bu çapraz anlatı tekrarını sağlarken, zihinsel karmaşayı hem sürdürüp hem geride kalanları sakinleştirip dinginleştiren üslubunu ayrıca tebrik etmek lazım.

Hattızatında; “arifin son mertebesi nedir” sorusuna; “olmadan önceki gibi olması” cevabının verilmesinden ilhamla, okumadan önceki gibi ayrıldığınızı zannettiğiniz sayfalar bundan sonraki yazılı felsefi literatürde, mevcudun yanına bir pencere daha açmanızı sağlayacaktır.

Son olarak; Gözel’e göre, Levinas felsefesinde, varlıktan soyunmuş, kendisinden çıkmış kimse, Kutsi Olan’a yönelmiş etik öznedir ve etik özne, veli figürüne yakınsar, giderek ermek fikrine doğru meyleder. Tasavvufa dokunduğu veya zorla dokundurulduğu mu çok emin olamadım ama bu yeri bu yazının dışında bırakıp, anlam hakkını okuyucuda saklı tutmayı tercih etmek, doğrusu olacak kanısındayım.

Sonuçta Levinas’ın da dediği gibi; “obsesyon dışarı ile bir ilişki değil midir?

Öyledir!

Mavi Çınar
the.blue.gaia@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder