10 Ağustos 2018 Cuma

Doğu-batı ya da güney-kuzey dikotomisi

“Ben Kuzey’e ve soğuğa özlem duyan Güney’dim."
- Tayeb Salih, Kuzeye Göç Mevsimi

Okuma uğraşına yakayı bir kere kaptırınca kitaplar nereye sürüklerse oraya gidiyorsunuz. Okurun eğilimleri elbette önemli fakat bu gidişin esas belirleyicisi kitaplar oluyor. Her bir kitap başka bir kitaba kapı aralıyor ve dahası her kitap bir başka kitapta devam ediyor. Bir yerden sonra referansların olabildiğince çoğalması, içeriklerin karışmasa bile ilmek ilmek birbirine geçmesi yüzünden hangi kitabın hangisine kapı araladığını hatırlayamaz hâle geliyorsunuz. Kuzeye Göç Mevsimi’ne bir kitaptan yönlendirildiğimi hatırlıyorum ama hangi kitap olduğunu hatırlayamıyorum. Muhtemelen konusu Batı, oryantalizm, Afrika ya da emperyalizm olan bir kitaptı.

Kuzey Afrika’nın dini, siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal yapısı hakkında geniş bilgilerin yoğurulduğu Kuzeye Göç Mevsimi’nin yazarı Sudanlı aydın Tayeb Salih (1929-2009). Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan yüz atmış sayfalık eserin çevirisi Adnan Cihangir tarafından yapılmış. Hikâyenin kurgusu ve anlam derinliğinde Tayeb Salih’in yaşadıklarının önemli yer kapladığı kesin. Sudan’da eğitim görmüş ve İngiltere’ye yerleşerek BBC, UNESCO gibi önemli kurumlarda çalışmış olan Tayeb Salih hem Afrika’nın hem de Avrupa’nın kültürel yapısını yaşayarak görmüş ve dolayısıyla her iki kültürün hayata bakış biçimini yakinen bilen birisi. Yazarın bu yetkinliğini her iki yapıyı birbirine kıyaslayarak konumlandıran eleştirel yaklaşımından da anlıyorsunuz. Tayep Salih bir taraftan Batı’nın siyasi ve kültürel tahakkümüne yüzeysel olmayan bir karşı duruş sergilerken bir taraftan da içinden çıktığı toplumun kültürüne eleştirel bir tutum takınıyor. Kitapta bölge insanının bilim ve eğitimden tutun da çevre, siyaset, din, toplum ve kadına kadar çeşitli konularda nasıl düşündüğünü görebiliyorsunuz.

Kuzeye Göç Mevsimi’ni anlatımından takip ettiğimiz karakteri (anlatıcı) Avrupa’ya yüksek eğitim için gitmiş ve doktorasını tamamlayarak Sudan’a dönmüş birisidir. Anlatıcı köyüne döndüğünde onu karşılayanlar arasında tanımadığı bir sima ile karşılaşır ve ailesine bu yabancının kim olduğunu sorar. Sorduğu kişinin bir süre önce köye yerleşerek çiftçilik yapmaya başladığını öğrenir. Son derece sessiz ve uyumlu olan bu adamı köy sakinleri çabucak kabullenmiştir. Kendi halinde görünen bu orta yaşlı adamın vakur hâlleri anlatıcının dikkatini çekmiştir fakat o an için düşüncelerinin üzerinde yoğunlaşmamayı tercih etmiştir. Bir süre sonra tesadüfen bu gizemli adamın anadili gibi İngilizce bildiğini öğrenen anlatıcı meselenin peşine düşmüş ve öğrendikleri yüzünden şaşkına dönmüştür. Mustafa Said adındaki bu gizemli adam da tıpkı anlatıcı (ve Tayeb Salih) gibi İngiltere’ye giderek eğitim görmüş ve önemli mevkilere gelmiş birisidir. Hem anlatıcının ısrarı hem de Mustafa Said’in onu kendine yakın hissetmesi ona geçmişinden bahsetmesine sebep olmuştur. Mustafa Said’in hikâyesi çocukluğundan itibaren tuhaftır. Babasızlığı bir yana annesinin ilgisizliği ruhunda derin yaralar açmıştır. Okulda başarılı olduğu kadar da yalnızdır. Oldukça zekidir ve normalin üzerinde bir hatırlama yeteneği bulunmaktadır. Hafızası başına bela olacak derecede güçlüdür. Nitekim ileride öyle de olmuştur. Ondaki yeteneği keşfeden okul yönetimi iyi bir eğitim alması için girişimlerde bulunur. Mustafa Said önce, çocukları olmayan bir İngiliz aileyle Mısır’a, ardından da İngiltere’ye gider. İngiltere’de bir ‘Avrupalı gibi düşünen ve yaşayan’ Mustafa Said zekâsı ve başarıları sayesinde çabucak yükselerek tanınan birisi olmuştur. Fakat dışarıdan son derece başarılı görülen bu hayatın içi savaş meydanı gibidir. Mutluluğu ve sevgiyi hiç hissedememiş biri olarak kendini bohem bir hayatın içine bırakan Mustafa Said dizginleyemediği tutkularının esiri olmuştur. Kazandığı mevki ve başarılı çalışmalarıyla birçok Batılının takdirini kazanmıştır fakat tam olarak tanımlayamadığı bir şey onu rahatsız etmektedir. Özellikle kadın konusunda engelleyemediği arzulu bir tutumun içindedir ve birçok ‘Batılı’ kadının hayatında kalıcı sorunlar bırakmıştır. Sonunda bir kadının ölümüyle neticelenen bir ilişkisi olmuştur ve bu durum Mustafa Said’in dönüm noktasıdır. Yaşadığı tüm bu olaylar Mustafa Said’in ruhundaki yaraları daha da derinleştirmiştir. Bir yanda kurak çöl ikliminin ortaya çıkardığı sıcağın hayatı kuruttuğu Güney, diğer yanda dünyevi imkânların içinde yüzen ve soğukluğuyla hayata can veren Kuzey. Bir tarafta ezen, sömüren, her fırsatta üstün olduğunu kanıksatan Kuzey, diğer yanda bu üstünlüğe boyun eğmiş ve değiştirmek için elinden bir şey gelmeyen Güney. Bu ilişkilendirme Doğu-Batı arasındaki oryantalist ilişkinin bir benzeridir. Yalnızca gerilim Kuzey-Güney yönünde cereyan etmektedir. Tayeb Salih, romanda, Batı’nın bu ‘oryantalist’ tavrını her fırsatta ortaya koyuyor.

Mustafa Said mahkemeye çıkarılmış, yakın dostlarının ısrarlarına rağmen kendini savunmayarak cezalandırılmayı talep etmiştir. Hapis cezası sona erdikten sonra uzun bir deniz seyahatine çıkarak İngiltere’den ayrılmıştır. Sonrasında bir şekilde izini kaybettirmiş ve Sudan’a dönerek anlatıcının köyüne yerleşmiştir. Bir süre sonra köyde meydana gelecek bir selde hayatını kaybedecektir. Bu arada parça parça da olsa hikâyesini bilen tek insan eşini ve çocuklarını da emanet ettiği romanın anlatıcısıdır. Evinde belge ve kitaplarını sakladığı odanın anahtarını da ona bırakmıştır. Bu kilitli odada Mustafa Said’in büyük bir kütüphanesi ve kendisi hakkında detaylı bir arşivi vardır. Fotoğraflar, notlar, gazete kupürleri… Yaşadıklarına ve düşündüklerini dair her şeyin kaydını tutmuştur. Anlatıcı, Mustafa Said’in arşivini okudukça çektiği ıstırap da büyümektedir.

Birinci tekil kişi (ben anlatıcı) yöntemiyle yazılan romanda olay baştan sona çizgisel bir anlatımla ele alınmıyor. Dolayısıyla zincirleme olay örgüsüne sahip olan metinde eksik kalan kısımlar birbiriyle ilişkilendirilen bölümler okundukça tamamlanıyor. Romana kendi yaşamını aktararak başlayan anlatıcı hikâyeye Mustafa Said’in hayatıyla devam ediyor. Bu yöntemin kullanılmasındaki amaç anlatıcının bir araç olarak kullanılmasıdır. Mustafa Said’in hayatı kesitler halinde ve anlatıcının hayatıyla iç içe geçecek şekilde veriliyor.

Metnin içine bölge insanının kültürüne ve İslami anlayışına dair veriler yerleştiren yazar toplumsal, siyasi, ekonomik yapıyı gerçeklikle yansıtmış. Yönetim kademesinde bulunanların çıkar ilişkileri ve lükse düşkünlüğünün yanında kültürü dinleştiren toplumun yaşam standartlarının oldukça düşük olduğu görülüyor. Büyük oranda kadın-erkek ilişkilerinin işlendiği kitap müstehcen bulunarak uzun yıllar yasaklı kitaplar listesinde yer almış. Cinsellik konusunda yer yer Marquis de Sade’in (1740-1814) Yatak Odasında Felsefe kitabını hatırlatsa da yazar olmayan bir şeyi yazmamış, var olan bir şeyleri ‘gerçeğe’ uygun olarak romanlaştırmıştır. Toplumsal hayatta gerçekliği bulunan şeylerin romana konu edilmesinin bazı kesimleri rahatsız etmesi anlaşılabilir bir durum. Zira etkililiklerinin kaybolmasını istemeyen ve devamlılıklarını her daim bu zemin üzerinden devşiren kesimlerdir bunlar. Oysa asıl sorun edilmesi gereken şey, normalleştirilmesinde ve meşrulaştırılmasında insani değerler ve/veya dinin araçsallaştırıldığı çarpık ilişkiler ağıdır.

Tayeb Salih, anlatıcı üzerinden Güney’in kadını konumlandırdığı yeri gösterirken Mustafa Said üzerinden Kuzey’in kadına bakışının yansıtıyor. Batı’da sistem tarafından özgürlük ve eşitlik gibi kazanımlar vaadiyle fıtratından soyutlanan kadın erkek egemen anlayışın tutkuları doğrultusunda bir tüketim ve haz aracına indirgenmiştir. Bu sürecin başarılı olması sekülarizm sayesindedir. Güney’de ise durum en az Kuzey’deki kadar vahimdir. Ataerkil yapı, erkeği kadın üzerinde tek hak sahibi kılmıştır. Bu sayede kadın ile ilgili tüm tasarruf erkeğin inisiyatifindedir ve bununla da yetinilmeyerek erkeğin nefsi arzularına uygun bicimde konumlandırılan kadının durumu dinin araçsallaştırılmasıyla kutsanarak meşrulaştırılmıştır. Bu olgunun Müslüman toplumların genelinde görülmesi bir tesadüf değildir. Sığ düşüncenin başvurduğu sorgulamadan uzak taklidi/geleneksel din anlayışı mevcut kültürün dinleştirilmesine yol açmıştır. Bunun yanında ataerkil yapının incelenmesi gereken psikolojik ve sosyolojik açıdan derin arka planı bulunmaktadır.

Kitaba dair yapılan yorumlardan en dikkat çekeni Batı’nın fantezi dünyasında ürettiği oryantalist kurguya gönderme yaptığı iddiasıdır. Zorlama bir yorum gibi görünse de alt metin dikkatli bir şekilde değerlendirildiğinde bu yabana atılamayacak bir yorumdur. Üstelik Tayeb Salih bu değinilerini Batı’nın oryantalist literatürü üzerinden yapmaktadır. Bu bağlamda eser anti-emperyalist bir değerlendirmeye tabii tutulabilir. Afrika-Arap edebiyatında önemli bir yere sahip olan Kuzeye Göç Mevsimi bir taraftan ilk yayınladığı yılların (1966) Sudan’ının siyasi, ekonomik, kültürel, dini ve toplumsal durumunu yansıtırken bir yandan da kadim bir sorun olan Kuzey-Güney karşıtlığını gözler önüne seriyor.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder