30 Temmuz 2018 Pazartesi

Zamanın ruhu: Benzer düşünceler, benzer duygular

Tekin Şener’in Karakum Yayınları’ndan çıkan Ötekiler Günü: Dil Bahçesinde Cümle Tarhları başlıklı, denemelerden oluşan 149 sayfalık kitabı yayımlanır yayımlanmaz bana ulaştı. Kitabı elime aldığımda hem yazarını tanıdığım için hem de (2014-2015 yıllarında yapmış olduğumuz) TÜBİTAK SOBAG 114K576 Sedat Veyis Örnek Sözlü Tarih, Biyografi ve Belgelik Çalışması başlıklı projenin Sivas ayağında ortaklaşa çalışmalar üretmiş olmamızın yarattığı sıcak duygularla çok heyecanlandım. Elbette kitabı hemen okudum.

Beş bölümden oluşan ve her bölümde birbirinden etkileyici denemelerin olduğu kitabı Nisan ayında okuduğumda çok şaşırdığımı da anımsıyorum; çünkü kitap benim tanıdığım Tekin Şener’in bambaşka bir halini gösteriyordu. Benim birlikte çalıştığım, en çok da İlhan Başgöz, Sedat Veyis Örnek ve kendisinin genel yayın yönetmenliğini yaptığı Hayat Ağacı Şehir Kültürü Dergisi üzerine sohbet ettiğim Tekin Şener, bitmek bilmez bir enerjiyle, güler yüzle bin türlü işin peşinden koşturan, kotaran ve bu arada endişelerini veya kızdığında kızgınlığını hiç göstermeyen biriydi; fakat Ötekiler Günü’nde okura samimi bir öfkeyle günün ne yazık ki ötekiler günü olduğunu anlatmaya çalışan, “Hadi bize eyvallah!” diyerek kitabının son cümlesini yazan biri karşımdaydı.

Aradan üç ay geçtikten sonra kendisiyle telefonda konuştuğumda bana siyasal açıdan yine çalkantılı günlerden geçtiğimiz sırada kendisine söylediğim bir cümleyi hatırlattı, “Bütün mesele karakter aslında” demişim. Demişimdir. Son yıllarda ne zaman psikiyatriden sosyolojiye çok değişik alanlarda çalışan akademisyenlerle biraraya gelsem tartışmalarımızın konusu dönüyor dolaşıyor ve Kemal Tahir’in romanlarında hep anlatmaya çalıştığı bu hastalıklı karakter yapımıza gelip dayanıyor. Sonra konunun üzerine tekrar düşündüğümde Tekin Şener’in de kafasını bu meselenin kurcaladığına şaşırdığıma şaşırdım. İşte önümde kitap duruyor: Kapağında bir kayalığın tepesinde eğri büğrü, biçimsiz ağacın aşağısında başı önüne eğik bir adamın durduğu siyah beyaz bir fotoğraf var. Bu fotoğrafın henüz yeni vizyona giren Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı filmini çağrıştırmaması mümkün değil. Nuri Bilge Ceylan’ın temelde bir baba-oğul ilişkisini anlattığı filminde, tek başınalığı ve biçimsizliğiyle ahlat ağacı Tekin Şener’in de “ötekiler” olarak adlandırdığı hastalıklı karakterin bir eğretilemesi bence. Nuri Bilge Ceylan’ın zihnini günümüzün bu karakterinin hayli meşgul etmesi gibi Tekin Şener’in “Mesafeler ölçülür, ruhlara meratib ayarı verilir, karakterler rütbelerine göre mevzilenir” diyerek bu insanlarla karşılaşmalarını anlattığı sayfalarda onun da zihnini bu karakterin işgal ettiğini görüyoruz. Zamanın ruhu: Benzer düşünceler, benzer duygular.

Tekin Şener, kitabının ilk bölümü “İlk Karşılaşmalar Ülkesi”nde çocukluk çağını anlatırken aslında çocukluk çağına bir saflık yükleyerek başlangıçta herkesi eşitliyor; fakat ay büyürken ne oluyorsa oluyor ve Tekin Şener’e göre çocuklar “[b]üyüklerin aynalarındaki kırılmaları ve buzlanmaları, nasılsa fark ediyor, taklit ediyor”lar. Kitabın ikinci bölümü “Vaktin Ayak İzleri”nde tüm bu olan biteni anlamlandırmak için geçmiş zamanın peşine düştüğümüzde Hayat Ağacı Şehir Kültürü Dergisi’ndeki “zamana düşülen dipnotlar” gibi olan fotoğrafların bile yanıltıcı olabileceğini anlatıyor. Dijitalleşen gündelik kültürün de bizi eğleyerek neliğimizi anlama konusunda benliğimizi güçsüz kıldığını ve varlığımızı bu “bombardımana karşı koruyacak filtreler geliştirmek zorunda” olduğumuzu söylüyor. Kitabın (“Hayal Meyal” değil) “Hayal Melâl” başlıklı bölümünde Tekin Şener hayal ile (sözcüğün “üzüntü, hüzün, dert” anlamına atıfla) “melâl” arasında bir bağ kurarak içine düşülen bu durumdan çıkışı bize gösterecek olan belki de en temel duygumuzun “elem, keder” olduğunu anlatıyor. Tekin Şener’e göre bu duygunun peşinden giderek kristal topları sağa sola fırlatıyoruz, söze yükleniyoruz, cümlelerin şirazesi şaşıyor ve ancak böylece olan biteni anlamak istiyoruz ve zihnimiz açıldıkça ruhumuz kabarıyor; çünkü “Melâl ikliminde bilenen hassalarımızla dalıyoruz gümrah hayata”.

Kitabın “Teori Değil Tefekkür” başlıklı dördüncü bölümü, Tekin Şener’in hayatımızda olan bitene öfkesini artık açıkça gösterdiği bölümdür. Tekin Şener’in “aceze” olarak adlandırdığı bu hastalıklı karakterlerden yayılan kötülükle çok güç mücadele edilebilmesinin belki de en temel nedeni aceze ittifakının “kayıtlı, belgeli, tescilli olmaması”dır. Aceze ittifakıyla mücadelede bize yardım edecek olan, “[k]elimelerin cümle içerisinde çiçek gibi açtığı, cümlelerin retoriği bir eser gibi dokuduğu ve düşüncenin tüm vuzuhuyla parladığı metinler”dir. Yazar, “Bir İnzivayı Haklı Çıkarma Çabası” başlıklı beşinci ve sonuncu bölümde hâlinden değilse de mevcudiyetinden memnuniyetini okurla paylaşıyor. Benim de kendisiyle zaman geçirdiğimde varlığını hiç fark edemediğim derin kızgınlığının açığa çıkmamasının nedeni olarak da hâlinden değil, satıhta gezinmeyip derinlere ve engebelere şevkle dalmasını sağlayan mevcudiyetinden memnuniyetini gösteriyor.

Tekin Şener’in okura önerisi, bir büyülü fener bularak içimizdeki karanlığa bakacak cesareti bulmak, bu çok zor olsa da. Yazar, bize inzivaya çekildiğini söylese de kitabının alt başlığı olan “Dil Bahçesinde Cümle Tarhları”ndan anlıyoruz ki inzivaya çekilmediği gibi bu kitabı yazarak okura önerdiği yola en başta kendisinin düştüğünü/çıktığını görüyoruz. Tekin Şener -okurları ve sevdikleri bir tarafa- bu yolda yalnız değil. Eşi Havva Hanım’ı tanıdığım için kendisinin bu yolda tek başına olmadığını ben zaten biliyordum; kendisi de kitapta ithafta yazmış, “Yorgun ümitlerimizi birlikte yeşerttiğimiz eşime” diyerek. Aceze ittifakına karşı en büyük gücü çünkü...

Serpil Aygün Cengiz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder