19 Şubat 2018 Pazartesi

Türkiye’de hidayet romancılığının serencamı

“Anne, asri bir hayat içinde, o hayatın icaplarına göre yaşayan, fakat yaşadığı bu hayat tarzını beğenmeyen, benimsemeyen, temiz bir genç kızla evlenip, onu istemediği o hayattan kurtarmak mı daha sevaptır? Yoksa küçük yaşından beri dini emirlere riayetkâr bir şekilde yetişmiş bir genç kızla evlenmek mi? Elbette yaşadığı hayatı benimseyen ve o hayattan kurtulmak için çırpınan bir kışı o hayattan kurtarmak ve onu ıslah etmek daha büyük sevaptır."
- Şule Yüksel Şenler, Huzur Sokağı

Romanlar sadece kurgulandıkları olayı anlatmaz. Yazarı hakkında verdiği bilginin yanında yazıldığı dönemin sosyo-kültürel atmosferi, siyasi yapısı ve ekonomik durumunu da yansıtır. Bu bilgilendirmeyi özelliklerine göre dönemlere ayırmak veya kategorize etmek eserin karakteristik yapısını ortaya koyar. Örneğin Osmanlı’nın son dönemlerini Tanzimat edebiyatı, Cumhuriyet’in kuruluş sürecini ele alan yazın milli edebiyat olarak tanımlanır. Cumhuriyet projesi bağlamında ‘muasırlaşma’ hamlesinin kırsal ayağı olarak başlatılan Köy Enstitüleri’nin bağrından neşet eden edebiyat ‘köy romancılığı’ şeklinde tanımlanır. Bunlardan biri olan hidayet romancılığını yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra İslami kesimin içinden ortaya çıkan edebiyatı tanımlamak için kullanılır. 1950’lerden itibaren görülmeye başlanan (görece) serbestliğin içinden çıkan ‘yerli’ edebiyatın asıl hüviyetini 60’ların sonlarından itibaren kazanmıştır.

İslamcı Popülist Kültüre Eleştirel Bakış alt başlığıyla Okur Kitaplığı tarafından neşredilen yüz kırk dört sayfalık Bellekteki Huriler adlı kitabı Ahmet Sait Akçay kaleme almış. Akçay, eserine “hidayet romanları bir modernlik deneyimi olarak okunabilir mi” diye sorarak giriş yapıyor. Aslında bu temel soru genel olarak kitabın da düşünsel omurgasını oluşturuyor. Yazar, alanında nadir olan bu eleştirel çalışmasıyla 1960’ların sonlarından itibaren önemli bir okur kitlesine kavuşan hidayet romanlarının kırk yıllık serencamını (ilk baskı 2006) gözler önüne seriyor. Akçay, hidayet romanlarının ortaya çıkış süreci, toplumsal işlevi, içeriğindeki unsurların anlamsal karşılığı gibi konulara değinerek romanlarda yer alan karakterlerin farklı bağlamlarda analizini yapıyor. Bu yanıyla önde gelen hidayet romanlarından kesitler sunuyor ve yazarları hakkında değerlendirmelerini okuyucuyla buluşturuyor.

Kitap önsöz hariç on bölümden oluşuyor. İçerikleri hakkında ilgi çekici detayları barındıran bölüm başlıkları şöyle: Giriş Olarak, Epikten Fanteziye İslamcı Söylemin Şarkısı, Bellekteki Huriler: Kapak Kızları, Kutsalın Popüler Kültüre İndirgenmesi, Bir Kimlik Sorunsalı Olarak Hidayet, İslamcılık ve Kurtuluş Savaşı, İslamcı Kadın Yazarlarda “İslamcılık ve Hidayet” Kurgusu, İslamcılığın Edebiyatı ya da Bir Yanılsamayı Gidermek, Mahremiyetin Aşınması: Kamusallıktan Özele, Edebiyatın Vicdanı: Başörtüsü.

Önsözde yaptığı kısa değerlendirmede, “bir deneyime dayanmayan hidayet romanlarının İslamcılar tarafından alternatif bir modernite üretme girişimi olarak sunulmasının sorunlara yol açtığını” belirten yazar romanlara aktarılan ama gerçek hayatta sorunlara neden olan din anlayışının altını çiziyor. Ele alınan kesimin toplumsal kodlarını açığa çıkarması bakımından oldukça başarılı olan çalışma hidayet romanlarındaki erkek ve kadın rollerinin toplumsal cinsiyetçi zihniyetle dağıtıldığını açıkça ortaya koyuyor. Benzer şekilde yazarların da analizini yapan Akçay, roman yazarının kadın ya da erkek olmasının çok fazla bir şey değiştirmediğini, kadın yazarların romanlarında erkek yazarlar kadar toplumsal cinsiyetçi bir çizgi benimsediğini ve rollerin dağılımında erkek egemen bir bakış açısıyla olayların kurgulandığını ortaya koyuyor. Buradaki en önemli noktalardan birisi, toplumsal yaşamda bir karşılığı bulunmayan karakterlerin idealize edilerek sunulmasıdır. Bu açıdan idealize edilen karakter esasında yazarın muhayyilesindeki ideal karakter ve/veya yazarın da müntesibi olduğu cemaat ya da tarikat oluşumlarının önerdiği dindar prototiptir.

Hidayet romancılığının ilk örnekleri olan Hekimoğlu İsmail’in (1932) Minyeli Abdullah’ı (1967), Şule Yüksel Şenler’in (1938) Huzur Sokağı (1969) ve Hüseyin Karatay’ın (1937) Kıbrıslı’sı (1970) bu edebiyat anlayışına dair genel bir çerçeve çizmektedir. Roman(lar) dinle alakası olmayan dünyevi bir kız ve kızın dikkatini çekerek “hidayetine vesile olan” dindar bir erkek üzerinden işlenmektedir. Bu genel çerçeve hidayet romanlarının olmazsa olmazıdır. Romanlardaki kadın figür günahla özdeşleştirilmiş, mahremiyet olgusuna önem vermeyen, her daim terbiye edilmesi gereken, heveslerinin, arzularının peşinden giden ve en önemlisi ‘kurtarılması’ gerekendir. Erkek figür ise dindar, ağır başlı, az konuşan, bilgili, terbiyeli ve son derece nezaketlidir. Kadın her zaman cezbedici, dişil ve yoldan çıkarıcı, erkek her zaman düşünceli, yakışıklı ve takvalıdır. Yukarıdaki üçlüye daha sonra Ahmet Günbay Yıldız, İsmail Fatih Ceylan, Üstün İnanç, Emine Şenlikoğlu, Sevim Asımgil, Şerife Katırcı ve Halit Ertuğrul gibi yazarlar katılmıştır. Bu yazarlar dönemin en fazla okunanları olmakla birlikte hidayet romanlarını fantezi ya da bilimkurgu tarzında kurgulayan ve doğal olarak daha az okunanları da olmuştur. Hidayet romanlarının edebi açıdan son derece yetersiz olmasının hedef kitle nezdinde önemi yoktur. Zira hidayet romanı yazarının ve okurunun böyle bir kaygısı bulunmamaktadır. Bütün amaç safları daha da sıklaştırarak modernite karşısında çaresiz olan kitlenin dağılmamasını sağlayacak retoriği oluşturarak ‘cihat’ etmektir. Süreci siyasi ve toplumsal dinamikler ekseninde değerlendiren Akçay, hidayet romanlarındaki mantığın en son ‘sır’ temalı dizilerle kendini gösterdiğini belirtiyor. Müslümanların bu tür dizilere itibar etme nedenini “kaybedilen naifliğin arayışı” olarak tanımlayan yazar, Minyeli Abdullah’tan bu yana hidayet romancılığının popüler kültürün de etkisinde kalarak hem imge hem de dil açısından dönüşümler yaşadığını vurguluyor.

Akçay’a göre hidayet romancılığı siyasal olarak elde edilemeyen ya da bazı nedenlerle yapılamayan cihadın farklı şekilde yapılmasıdır. Yazar İslam’ın kendisine verdiği tebliğ emrini hidayet romanı üzerinden göstermektedir. Dolayısıyla hidayet romanları İslamcıların ütopik-totaliter düşüncelerinin bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır ve bir dönem Müslümanlar üzerinde fikir kitaplarından da etkili hâle gelebilmiştir. Diğer taraftan hidayet romanları kuşaklar arası çatışmalar açısından terapi görevi üstlenerek dönem Müslümanı için bir kimlik sorunsalına dönüşmüştür. Modernleşmeni karşısında şaşkınlığa düşerek kimlik bunalımı yaşayan Müslümanlar için hidayet kavramı moderniteye gard alıştır. Bu süreçte erkeğe düşen görevlerden biri de kadın için dindar bir alan oluşturarak onu içine hapsetmektir. Müslüman erkek bu görevi yerine getirirken ilk aklına gelen tarihsel yapı içindeki rollerdir ve bu rolleri tarihselliği içinde dondurarak dönemine transfer etmiştir. Aynı kaynaklardan aynı saikle beslenen kadının asli görevi ise erkeğin sözünden çıkmamaktır.

Hidayet romanlarının ortaya çıkış sürecinde İslamcıların tepkisel duruşlarının yanı sıra bazı boşluklar da etkili olmuştur. Cumhuriyet’in ilanı sonrası ortaya konulan edebi eserlerde yer verilen Müslüman imajı buradaki tepkinin ana nedenlerindendir. Özellikle köy romancılığında sık sık kullanılan imam karakteri üzerinden kurgulanan dindar Müslümanın dinle alakası bulunmamaktadır. Buradaki anlatıma tepki gösteren dindar yazarlar savunma refleksiyle karşı koyarken karşı tarafın yaptığını yapmaktan geri durmamıştır. Hidayet romanlarındaki din ile mesafeli karakterler Batılı modern birey kadar Cumhuriyet’in aydın profilli vatandaşıdır. O dönem devletin idari ve siyasi kadrolarında çok fazla yer alamayan Müslümanlar oluşan otorite boşluğunu doldurmak için hidayet romanlarını kullanmıştır. Kurgular üzerinden ‘dava’yı destekleyerek ve ideal Müslüman karakterini rol model şeklinde bayraklaştırarak geleceğe dair ümidi canlı tutmaya çalışmışlardır. Rasim Özdenören, Ekmel Ali Okur, Raif Cilasun ve Talat Uzunyayla gibi bazı yazarlar ana akımdan ayrışan bir dil benimsemiş olsa da temel düşünce İslami duyarlılıktır. Tüm bunların yanında çok az da olsa itiraf bağlamında İslami camiaya karşı içten tepkisel çıkışlar olmuş fakat etkisi çok sınırlı kalmıştır.

Modernitenin sebep olduğu siyasi ve toplumsal çalkantılarının yanında tarihi romanlar da hidayet romanı bağlamında ele alınmaktadır. Yazar bu duruma dair günümüzde çatışmasını çok daha fazla gördüğümüz önemli bir tespit yapıyor. Kurtuluş Savaşı’nın konu edildiği hidayet romanlarındaki karakterler dindarlığıyla öne çıkmaktadır. Hidayet romancılığı, dini bir form verdiği Kurtuluş Savaşı üzerinden Kemalist yazarların eserleriyle hesaplaşma içindedir ve “çalınan tarihini” geri almaya çalışmaktadır. Kemalist anlayış açısından kazanılan savaş sekülarizm ile açıklanırken hidayet romancılığı için savaşı kazandıran dindir.

Akçay hidayet romanlarının kapaklarına dikkat çekerek anlamsal karşılığını üzerinde duruyor. Neredeyse tüm romanların kapağını güzel bir kız bulunmaktadır. Çoğunluğu sarışın ve renkli gözlü olan bu kızlar ağır makyajlı resmedilmektedir. Yazar, kapak içinde takvadan bahsederken kapakta yer verilen genç ve güzel kızın ne anlama gelebileceğini sorguluyor ve çıkarımlarını “satış kaygısı, bilinçaltındaki huri imajının dışavurumu, Müslümanların burjuva özlemi veya yazarın cinsel arzusunun simgesel olarak ortaya çıkışı olabilir” şeklinde sıralıyor. Yazara göre romanlarda seçilen mekânların süslü ve albenili oluşu da bilinçaltındaki cennet imajına bir gönderme olarak açıklanabilir. Akçay’ın dikkat çektiği bir diğer nokta ise takva ve mahremiyetin önemsendiği izlenimi verilen romanların paradoksal içeriğidir. Kadın karakterlerin hayatları en ince detaylarına kadar ortaya konularak mahremiyet hiçe sayılırken takva ehli gösterilen erkek karakterler kendilerine namahrem olan kadınlarla (mahremmiş gibi) içli dışlı olabilmekte ve bu rahatça anlatılmaktadır. Bu bağlamda hidayet romanı yazarının durumu çok daha ilginçtir. Zira gerçekle alakası olmayan buradaki kurgu yazarın fantezisi olmaktan başka bir şey değildir.

Eser yakın bir dönemin İslami kesimini sadece siyasi ve sosyo-kültürel açıdan değil entelektüel açıdan da değerlendirerek önemli veriler ortaya koyuyor ve Müslümanların geride bıraktığımız yarım yüz yılda geçtiği düşünsel aşamayı gözler önüne seriyor. Bu yanıyla kitabın Müslümanların sadece bugünkü din ve toplum algısını anlamak adına olduğu kadar tarihsel açıdan da kültürel bilinçaltını görmek bağlamında oldukça önemli bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz. Kitap bittiğinde değerlendirilmesi gereken en önemli detay günümüz Müslümanlarının İslami anlayışı ve yaşayışıyla hidayet romanlarında ele alınan Müslüman karakterinin karşılaştırılması olacaktır.

Not: Kitapta başörtüsü bağlamında yer alan bölümler kasten esgeçilmiştir.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder