31 Aralık 2014 Çarşamba

Eski İstanbul sokaklarında yürümek isteyenlere

“Bu, boza ve yoğurt satıcısı Mevlut Karataş’ın hayatının ve hayallerinin hikâyesi...”

Orhan Pamuk’un son kitabı Kafamda Bir Tuhaflık’ı herhangi bir beklentim olmadan, hakkında hiçbir yazı veya yorum okumadan, çok sevdiğim bir kitapçıdan hızlıca almıştım. Aldığım hızla da okumaya başladım ve hikâyenin içine daldım.

Okuduğum en iyi Orhan Pamuk kitabı olmamakla birlikte bitirdiğimde geride kalan hissi güzeldi; akıcı, zengin ve naif bir roman.

"Kafamda bir tuhaflık var," dedi Mevlut. "Ne yapsam bu âlemde yapayalnız hissediyorum kendimi."

“Ben yanındayken bir daha asla öyle hissetmeyeceksin,” dedi Rayiha anaç bir tavırla. Mevlut çayhanenin camlarında yansıyan Rayiha’nın hayalinin kendisine şefkatle sokulduğunu görüp bu ânı hiç unutamayacağını anladı.


Kahramanımız Mevlut, yoğurt satıcılığından otopark bekçiliğine, elektrik tahsilatçılığından büfe işletmeciliğine pek çok iş yapıyor. Fakat ne yaparsa yapsın, hep, geceleri İstanbul sokaklarında boza satmaya devam ediyor. Mevlut’un hayatı akıp giderken arka fonda sokaklar değişiyor, İstanbul değişiyor, Türkiye değişiyor…

“Ne yazık ki bir şehrin şekli şemali / bir insanın kalbinden çok daha hızlı değişir.” (Bauderlaire).

1969’dan 2012’e kadar Türkiye’de yaşanan her şey yer buluyor kitapta. Olaylar, insanlar, geride kalanlar… Gündelik hayattan ekonomik ve siyasi meselelere kadar neler yaşadığımızı tekrar anımsatıyor. Mevlut’un öyküsünde biraz da memleketin hikâyesini okuyoruz.

“Sokak satıcıları sokağın bülbülleri, İstanbul’un neşesi ve hayatıdır.”

Tabi, en çok da İstanbul sokakları var kitapta. Mevlut gecelerce yürüyor, sur içinde , sur dışında; cumbalı sokaklarda, gökdelenler arasında… Biz de onunla birlikte arşınlıyoruz yolları. O yanık sesiyle, “Boo-zaa” diye bağırdıkça, benim aklım hep Vefa’ya gitti; kim bilir sizi nereye götürecek…

“İnsan şehirde kalabalık içinde yalnız olabilirdi ve şehri şehir yapan şey de zaten bu kalabalık içinde insanın kafasındaki tuhaflığı saklayabilme imkânıydı.”
Hikâye, farklı karakterlerin ağzından anlatılıyor. Bir tek Mevlut’un sesini duymuyoruz; okurken, bunu yazarın özellikle tercih ettiğini düşündüm. Farklı sesleri duyuyor olmak, öyküyü zenginleştiriyor, metni daha katmanlı bir forma sokuyor. Hikaye küçük küçük parçalarla çoğalıyor; gerçeklik ve derinlik artıyor. Pamuk, hayatın da büyük resimden değil, küçük an’lardan ibaret olduğunun altını çiziyor. Orhan Pamuk, okuyucusuna küçük oyunlar armağan etmeyi seven bir yazar. Kafamda Bir Tuhaflık’ta da diğer kitaplarına ve başka yazarlara selam çakıyor ara ara. Ki bu da hoşluk katıyor kitaba.

“Bu dünya konuşsaydı acaba ne derdi?"

Kafamda Bir Tuhaflık, ince ince işlenmiş bir hikâye okumayı sevenlere ve eski İstanbul sokaklarında yürümek isteyenlere iyi gelecek bir kitap.

"Bozacı, iyi ki geldin yukarı." dedi. "Sokaktan sesini işitmek iyi geldi bana. İçime işledi. İyi ki boza satıyorsun, iyi ki kim alacak demiyorsun.”

Mevlut kapıdaydı. Çıkıyordu ama biraz yavaşlamıştı. "Hiç öyle denir mi?" dedi. "İçimden geldiği için boza satıyorum ben."

"Hiç vazgeçme bozacı. Bu kuleler, betonlar arasında kim alır deme. Sen hep geç sokaklardan."

"Ben kıyamete kadar boza satacağım." dedi Mevlut."


Merve Uzun
twitter.com/merveuzun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder