22 Temmuz 2014 Salı

Kendi bayramını yaşa(t)mak

Men talebenî vecedenî ve men vecedenî arafenî.
(Kim bana talip olursa beni bulur, beni bulan beni bilir.)
- Hadis-i Kudsî


Çün sana gönlüm mübtelâ düştü
Derd ü gam bana âşinâ düştü
Kim seni buldu, kendi yok oldu
Vaslına ey dost can baha düştü

- Niyâzî-i Mısrî 

İnsanoğlu hiç durmadan gelişen teknolojiyle öylesine oyalanıyor ki, gece uykusuna çekilmek üzere yatağa gireceği saati bile unutuyor. Ardından uykusuzluk, yorgunluk, mutsuzluk ve akabinde hiçbir şeyden memnun olmama hâli geliyor. Bu hâl hiç de geçmiyor. "Yaşam koçu" adı verilen kapitalizmin bekçileri bu yorgun arkadaşları çeşitli sıfatlarla ve hastalıklarla isimlendiriyor: Y kuşağı, tükenmişlik sendromu, huzursuzluk hastalığı ve daha neler neler. Eskiden hasta lafı kullanılmaz, şimdi bizim hastane dediğimiz yerlere de şifahane denirmiş. Buradaki incelik, bir gönül meselesidir. Hasta olana tekrar hasta demektense, şifayı arayıp bulması gerektiği yeri işaret eden kelimeler vardır. Kelam, şifadır. Karacaoğlan "Mecliste arif ol kelamı dinle / el iki söylerse sen birin söyle" derken dinlemenin aynı zamanda dinlenmek olduğunu da anlatır, anlayana.

İnsanın kendi manasının peşinde hiç düşmediği devirlerdeyiz. Kimse kafasını insan olmaya dair bir şeylere patlatmıyor. Ya yalanlar ya da bombalar patlıyor. Olan da insanlara oluyor. İnsan kendi manasının, bu dünyaya neden geldiğinin, kendi anlamının ve dolayısıyla gönlünün derdine düşmüyor. Çünkü yollar kapalı. Üstelik yolları kapayan da kendisi. Düşünün ki sabah aşırı tükettiğimiz besinleri vücudumuzdan atmak için akşam spor yapıyoruz. Yani sabah da akşam da para harcıyoruz, ne için? Fazla tükettiklerimiz için. Halbuki sabah az tüketilse akşama da insan kendini tüketmeyecek. Kendimize, yani gönlümüze doğru yürünebilir yolları parklarda arıyoruz kolumuzdaki akıllı saatlerle. Kaç kilometre yürüdüğümüzü öğrenip seviniyoruz. Adımlarımızı her seferinde yorulmak için atıyoruz, dinlenmek için değil. Okunacak güzelim kitaplar arasından kendimize saçma sapan aşklar, yalanlar ve küfürler icat ediyoruz. Aşksız kalıyoruz, yalancı oluyoruz, küfre batıyoruz. İnsanı hayvandan ayıran estetiğin ve edebin ne farkına varıyoruz, ne de merak ediyoruz. Tüm bunlar için gönül gözümüzü bir an evvel açmamız gerekiyor. Gönül gözümüzü açmamız için de gönlümüzü kitaba, gözümüzü de kelama vermemiz gerekiyor. Aksi ise gözsüz bir gönül, hatta ne göz ne gönül olacaktır. Bakın güftesi Nâhit Hilmi Özeren'e, bestesi Râkım Elkutlu'ya ait bayâti makamındaki eser ne diyor: "Ne bahar kaldı ne gül ne de bülbül sesi var / ne o cânân, ne bir ümmîd, ne gönül neş'esi var."

Gönül gözünü açtığımızda cânân, ümmîd, neş'e bizimle olacak ve bütün bunlar ilim, irfan, kültür ile birlikte gelecek. İşte tasavvuf, gönül gözünü açmak için orada duruyor. İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu Müdürü Ömer Tuğrul İnançer ve Galatasaray Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kenan Gürsoy’un TRT İstanbul Televizyonu’nda birlikte yaptıkları kısa sohbetlerden oluşan bu kitap, gönül mimarisi dersi veriyor. Burada mimarlık diploması ne işe yarıyor, ne de herhangi bir diplomaya gerek var. Zira insan olmak için diplomaya ihtiyaç yoktur. Adam olmak için âdem olmak lâzımdır ve bu olma süreci için en temiz yol da, tasavvuftur. Bu yola çıkış yakıtı da aşk. Hiç bitmeyen ve bitmemesi gereken yakıt, aşk.

Ömer Tuğrul İnançer'den: "Nefsden, benlikten kaynaklanan ve istifade etmeyi hedefleyen arzu ve meyiller, aşk değildir, sevgi bile değildir. Aşkın kantarı fedakârlıktır, ne verebiliyorsan o kadar âşıksın."

Kenan Gürsoy'dan: "Bütün problemlerin temelinde, ama bütün problemlerin temelinde gönüllerin kararması var. Eğer siz gönlü parlak bir ayna haline getirebilirseniz, orada zaten enaniyet, egoizm de kalmıyor."

Akleden, "akıl eden" bizim mantığımız değildir, beynimiz hiç değildir. Kalbimizdir. Bu yüzden "akleden kalp" denmiştir. Güzel bir şiir okuduğumuzda, lezzetli bir eser dinlediğimizde, hoş bir manzaraya baktığımızda kalp ritmimiz artar. Beynimizde herhangi bir şey değişmez. Kalp krizinin sebeplerine bakıldığında dahi, tüm ruhumuzun ve bedenimizin "yaşadığı" kalbimizin nelere göğüs gerdiğine bir anlam verilebilir. Nitekim bilgeler bilgesi Muhyiddin İbn Arabi, "Kalp, arştan da geniştir" der. Dil de kalbin tercümanıdır. Ne ilginçtir ki İbn Arabi'nin içinde "tercüman" kelimesi geçen üç büyük eseri vardır. Bunda ârif olan ya da olmak isteyen için büyük anlamlar vardır diye düşünüyorum.

Bayram yaklaşıyor. Her birimizin içinde ayrı dertler olsa da, hepimizin içine devasını getirecek olan yalnız O'dur. "Ben yalnızım" diyen O'ndan çok uzaktır. Gönül gözümüzü açacağımız, içimizde dışımızda daimi bayramlar yaşayacağımız günler için, ruh bayramımız için, bir yerlerden ama sağlam bir yerlerden başlamamız için yine kitaba davet ediyor bu fakir.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder