10 Ocak 2014 Cuma

Kendi büyülü gerçekliğinin peşinde gidenlere

1923-1976 yılları arasında Japon saldırılarına karşı direnen bir Çin köyünde yaşayan Shandong ailesinin üç kuşağının hikâyelerinin anlatıldığı Kızıl Darı Tarlaları'nda anlatıcı da yine ailenin bir üyesi olan Mo Yan'ın kendisidir. "Torun" Mo Yan ninesinden dinlediklerini bir masalcı üslubuyla kaleme alır. Bu anlatı şekli onu büyülügerçekçilik akımına yaklaştırır. Zaten romanın ilk sayfasından itibaren uzakdoğunun Marquez'ini okuyormuş hissi yaşatır okura. Yerel öyküleri "nine"sinin ağzından anlatan bir yazarın büyülügerçekçiliğe hizmet etmesi kaçınılmazdır. Her ne kadar yazar, Marquez'le, Kızıl Darı Tarlaları'nı yazmaya başladıktan sonra tanıştığını söylese de, Batı'nın etkisinde kaldığını itiraf etmekten de çekinmez. 2012 Nobel Edebiyat Ödülü'nü almasında da bu akımdan izleri taşımasının büyük etkisi vardır. Zira edebiyat komitesi Mo Yan'a bu ödülün, "folklorik masalları, tarihi gerçekler ve günümüz öyküleriyle harmanladığı" için verildiğini açıkladı.

Trajediyle mizahın, ironiyle hüznün yer yer abartılı ve coşkulu bir anlatımla sentezlendiği Kızıl Darı Tarlaları, destansı bir hava da taşır fakat olayların kronolojik bir sırayla anlatılmaması, kurgunun zamansal ve mekânsal kesintilere uğraması romanı bilindik destanlardan farklı kılar. Kahramanlıklar, acımasızlıklar, ihanetlerle örülü hikâyenin doğayla kurduğu ilişki de yadsınamaz. Romanın ismiyle de müsemma darı tarlaları yaşanan olaylar süresince renkten renge resmedilerek acımasız Japon işgâline karşı direnen köy halkını, onların sürekli değişen duygularını temsil eder.

Mo Yan'ın en büyük başarısı, iyi-kötü tüm yaşananları detaylarıyla tasvir edebilmesidir. En trajik, acımasız, vahşi olayı an be an yaşatmadaki ustalığı savaşın vahşetine karşı nasıl bir imgelem atmosferi yarattığını gösterir. Köyün kasabına derisi zorla yüzdürülen bir direnişçinin, bir köy baskınında altı Japon askerinin tecavüzüne uğrayan ninesinin, anlatıcının annesinin kurumuş bir kuyunun içinde bebek yaştaki erkek kardeşiyle geçirdiği üç günde yaşadığı acının tasviri insanın kanını donduran cinstendir. Havadaki ağır kan kokusunu hissettirir. Kara mizahı o kadar ince kullanır ki, en vahşi ölüm sahnesini okuduktan bir cümle sonra, dudaklarda bir tebessüm yaratabilir.

“Açılmış mezarın etrafında korkuyla bekleşen bazı insanlar vardı. Kalabalığın arasına karışıp mezar içindeki o kemikleri, onlarca yıl sonra tekrar gün ışığına çıkan beyaz iskeletleri gördüm. Hangisinin komünist, hangisinin milliyetçi, hangisinin Japon, hangisinin Çinli kukla ordudan, hangisinin sivil halktan olduğunu korkarım ki eyalet parti sekreteri bile söyleyemez. Kafataslarının hepsi aynı şekildeydi, hepsi bir mezarın içine tıkıştırılmış kafatasları tam bir eşitlik içinde aynı yağmur altında ıslanıyordu. Solgun iskeletlere vuran ince yağmur damlaları güçlü ve şeytani bir ses çıkarıyordu. İskeletler sanki damıtıldıktan sonra yıllarca bekletilmiş darı içkisine batırılmış gibi soğuk suyun içine sırtüstü uzanmışlardı.”

Savaşı ve tarihsel olayları edebiyatın içine sokarak Çin'in büyük direnişine dair mirasın aktarılması hususunda büyük bir açığı kapatır Mo Yan. Bunu nasıl yaptığını da şu sözlerle açıklar:

"Top ve tüfek patlamalarını duymasak da havai fişeklerin patlamalarını duyduk; birinin öldüğünü görmesek de domuz kesildiğini gördük, ben kendi ellerimle tavuk bile kestim; elimde süngüyle Japonlarla çarpışmasam da bunun nasıl bir şey olduğunu filmlerde izledim. Romancının yaptığı tarihi birebir kopyalamak değildir, bu tarihçilerin sorumluluğundadır. Romancılar savaşı, bu olguyu anlatırken, onun insan ruhunu nasıl bozduğunu ve insanın savaş süresince nasıl değiştiğini dile getirir. Demek istediğim hiç savaş yaşamamış biri de bu yollardan geçerek gerçek savaşı yazabilir.”

İlk kez yazmaya başladığımda en iyi bildiğim yerden başladım. Ama zamanla yazdıklarım çoğaldıkça, aynı mekanları sürekli kullanamayacağım için daha fazla hayal gücü hatta fantezi eklemek zorunda kaldım” diyor verdiği bir röportajda.

Savaşın vahşetinin yanı sıra, insan doğasının gizli yönlerini de anlatısının içine katar Mo Yan. Cinsellik ve açlık bunların başında gelir. Ninesiyle dedesinin karşılaştıkları ilk andan itibaren aralarında oluşan tutku ve şehvet, ikinci ninenin araya girmesiyle öfke ve nefrete dönüşür. Yine aç kalan köpek sürülerinin, direniş sırasında ölenlerin cesetlerine musallat olması ve köylülerin cesetlerini köpeklerden korumak için verdiği mücadele, insanın içindeki açlık hissini körükler.

Aşk, nefret, kıskançlık, kahramanlık, öfke, üçkâğıtçılık, korkaklık, zayıflık gibi insan ruhunun temel yönlerinin gelgitler halinde anlatıldığı bu romanda her şey zıddıyla yaşar. Cinsellik, sarhoşluk, cenazeler, açlık ve şiddet gibi gündelik hayata dair olguları bütün açıklıklarıyla ve kendine özgü bir kara mizahla aktaran Mo Yan'ın romanlarının çoğu trajediyle biter ama içinde her zaman umut ve onur vardır.

Ahu Akkaya
twitter.com/diviniacomedia

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder