19 Kasım 2013 Salı

Hiç kimselerin hikâyesi

Nurdal Durmuş’un “Hiç Sesler” kitabı kasım ayının üçüncü haftasından itibaren raflardaki yerini alıyor. Hem kitabın tüm aşamalarına şahitlik etmiş biri olarak, yanlı birkaç kelam etmek isterim. Çünkü bir yazını sevdiysek zaten oradan bize ilham olunan bir hakikat kırıntısının yandaşı da olmuşuzdur.

“Yazmak, aslında bilmenin değerini başkalarına ulaştırmak için ortaya konulmuş ve hiçbir zaman aşılamayacak büyük bir icattı.”
(Önsöz’den)

Hiç Sesler”, dostun dostla yankılanışı ile açılıyor… Nurdal Durmuş’un “Hiç Sesler”ini, Gökhan Şimşek’in kaleme aldığı önsöz yazısı ile yahut diğer bir değişle “Hiç Kimselerin Hikâyesi”yle görüyoruz önce. Bu ön gösterim ile bir insanın yaşamak parçalarına hazırlanıyor okuyucu. Kendinin aynadaki siretine…

İnsanın yaşamak macerası parçalardan müteşekkilken ve her bir parçası, bir başkasının alakalı-alakasız herhangi bir parçasına değiyorken bir bütün anlatıdan bahsetmek mümkün müdür? Hiç kimseliğe hangi yalın tecrübeden geçiyor yazar, nasıl bütün sesleri Hiç’likle bir kılıyor. Bu, bilinçsiz tecrübenin yazmakla bilinçlendiği, yeşerdiği, göğerdiği sayfalar boyunca pek çok sesin çokluktan Hiç’lik bardağına boşaldığına şahit oluyoruz…

Bilinçsiz tecrüben kasıt, misal böyle bir hakikati söyleten kudretler bütünüdür:

“Nuh son anda bileğimi kavrıyor:
- Çok dünya yutmuşsun! Ama oldu işte. Kurtuldun!”
(Hiç Sesler’den)


Kalbin bin bir gözden oluşan varlığını, insanî olanla hayretle doldurmaktır:

“Ayrıca sen bilmezsin sevgilim: Ben senin ardından çocuk parkının yanındaki çocuk mezarları içinde çok ağladım.”

Belki de deneme türünün tüm nankörlüğü; insanı bir kış günü, hızlı akan bir ırmağa hem susuzken hem de üşürken sokması… Nurdal Durmuş, ikinci kitabı olan “Hiç Sesler” ile aslında sesini gayet yükselterek ruhumuzu titretmeye kaldığı yerden devam ediyor. Tanıklığına, rahatsızlığına, mutluluk ve endişesine kendi yansımamızdan şahit ediyor bizi.

İlk kitabı “Hayata Başlık Atamadım” ile başlayan yazma-okuma serüveni, dünyayı gezdikçe ve aslında dünyadan geçtikçe artarak öyle hiçleşiyor ki -sanırım- bütün seslerin intiharına dönüşüyor. Hakikat karşısındaki suskunluğumuza gönderme mi yoksa dedirtiyor bize misal “Her şeyden önce insandım, unuttum” diyerek…

Geçen sadece zamanmış meğer geçmeyen her şey” derken yaralarımıza doğru gidiyor parmaklarımız.

Kısaca, bir şahit -Nurdal Durmuş- bir başka şahide hiç seslerden bir bohça sunuyor… Deneme raflarında… Orada burada… Okumak isterseniz…

Okumak isterseniz, seslerden kalkar aramızdan, tüm cevaplar aslında her gün okuduğumuz Kâinat kitabında.

Nergihan Yeşilyurt
twitter.com/nergihan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder