25 Şubat 2013 Pazartesi

Acil neşe ihtiyaçlarında

Rahmetli dedemin evin geniş salonundaki sohbetleri, rahmetli pederiminse talebelerine sık sık verdiği vaazları, beni hep bir hikaye anlatıcısı olmaya öykündürmüştür. Mustafa Kutlu ve enfes kitapları ile bu öykünmemi içten içe tatmin etmişimdir.

Sanki ben onun kitaplarını okurken, Mustafa Kutlu, o babacan tavrıyla bir Anadolu kasabasında yanında ufak bir dere geçen uluca bir çınarın altında oturmuş hikayeyi hem yazmakta hem de bana anlatmaktadır.

Mutluluk yoktur bence hikayelerinde kalender bir neşe vardır, kahkaha değil mesela gülümseme, üzüntü değil hüzün, her neyse efendim Kutlu hikayelerinde yüreğimize dokunan parçalar var hep, okudukça sevindirik olduğumuz parçalar.

Mavi Kuş, Mustafa Kutlu’nun bahsettiğim çınarın altında yazdığı hikayelerinden biri galiba, 50’li 60’lı yılların Anadolu’sunda küçük bir kasaba ve o kasabanın insanları ana karakterleri hikayenin, bu karakterleri şehre, devlete, belki de dünyaya bağlayan istasyon ile kasaba arasında taşıma görevi yapan minibüsün hikayesi.

Minibüsün adı Mavi Kuş.

Mavi Kuş’un şoförü Deli Kenan’dan başlayan hikaye minibüsün yolcularından amerikan çiftin hikayelerine uzanıyor ve tüm yolcuları, yolda karşısına çıkanları dahi içine alıyor. Hikayelerden ufak parçalar:

Mavi Kuş’un ön koltuğunda oturan Ağa , kahyasına adab-ı muaşeret dersi veriyor: "Yavrum şimdi tankotlukta adet budur. Bayanlara çiçek verilir."

Yolculardan arkeoloji öğrencisi Gül ile şoför Deli Kenan arasında çok şey anlatan şu diyalog geçer, Kenan’ın kedisini sevme şeklini garip bulan Gül şöyle der:

"- Kediyi çok sevdiğiniz anlaşılıyor. Ama ne biçim sevgi bu. İki de bir ‘lan’ diyorsunuz.
+ Biz sevdiklerimize ara-sıra böyle deriz.
- Ya sevmediklerinize.
+ Bizim sevmediğimiz kimse yoktur. Belki gönlümüze biraz serin gelenler vardır."

Deli Kenan’ın ömürlük can yoldaşı Avcı Bilal’i anlatırken enfes sözcükler dizisi dökülür yazarın kaleminden: "Hani gülse bile gözlerinin hüznü ebedi yerinde duran bazı felek vurgunu adamlar vardır; onlardan biri."

Anadolu kasabası deyip geçtiğim yeri ise nasıl anlatmış yazar:

"O yıllarda taşra böyledir.
Küçük ve sıcak.
Yoksul ve samimi.
İçedönük ve derin."

Hikayenin hikayesini anlatmak için dil döktüm ama bunun arkasındaki gizemi yine Kutlu’ya bırakalım diyorum: Aslolan ayna camının ardına sürülen sırda. O sır olmasa kendimizi adi bir camın karşısında bulacağız ve hiçbir şey göremeyeceğiz. Sır bize bir kapı aralıyor, işte diyor sen busun.

Acil neşe ihtiyaçlarınızda en az 5-6 sayfa okuyun, karşılayacaktır ihtiyacınızı, kapının ardındaki sırrın sizi de bulması dileğiyle.

Yavuz Selim Elmas
twitter.com/yselmas

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder